29 Ağustos 2018 Çarşamba

Sevmeyi Unutmuşlar Ve Sevgiyi Yayanlar - #didemingozunden


Hayatımızın her alanına yerleşmiş ve de görmezden gelinmesi mümkün olmayan sevmeyi unutanlar topluluğu var. Ben hiç görmezden gelemiyorum; bir gün hepimizin sevgiyi yaymayı kalpten görev edinenler olarak, her şeyi düzeltebileceğimize olan inancımla beraber...


Madde madde size birkaç hoşlanmadığım konudan bahsetmek istiyorum öncelikle; 

Ebeveynlerde gördüğüm en büyük yanlış; çocuğunun kendilerinin istediği gibi olması gerektiğini düşünmeleri ve de onlar adına her konuda karar verme hatasında bulunmaları. 

Ebeveynlere göre bir çocuğu doğurmak veya onu nüfusuna geçirmek, eşyaların yerlerini ve akibetlerini değiştirebildikleri gibi onlara "sahip olmayı" çağrıştırıyor. İlk yaptıkları çocuklarını doğduğu andan itibaren bir birey olduğu gerçeğini unutup; olamadıkları, olmak istedikleri veya oldurmak istedikleri her şeyi üzerine giysi giydirir gibi giydirmek. Böyle ebeveynleri pek fazla görüyorum ve bunu yorumlamam için inanın bana bir anne olmama gerek yok. Bende bir anne ve babanın evladıyım, ben hiçbir şekilde bir mesleğe veya bir şekle büründürülmek istenen bir evlat olmadım. Benim anne ve babamın da yapmış olduğu hatalar vardır elbet, ama bu büyük hataya şükür ki düşmediler...

Ve evet, benim için bir çocuğun anne ve babası veya bir başkası tarafından şekillendirilmesi en büyük hatalardan biridir. Zira hayatta kalabilmek için dünyaya getirilen çocuğun bir birey olduğu bilinci ile yetiştirilmesi gerektiğini düşünürken, ebeveynin görev önceliğinde sevmek ve korumak görevinin geldiğini düşünüyorum!


Sevmeyi unutmuş ebeveynlerin ve aile büyüklerinin haricinde, sevmeyi unuttuğunu düşündüğüm bir kesim daha var ki; onlar da sevilmeyi unutmuşlar, bu unutkanlıkları sebebiyle kendi sevgilerinden başka düşüncelere değer vermeyen kişiler olmaya devam etmeleri geliyor.


Kendi sevgisinin değerini bilip, diğerinin düşüncesine değer vermeyen bu kesim; kendine hak gördüğü üzere, ister doğru olsun isterse de olmasın, "sevmediği halde" seviyorum diyebiliyorlar! Bu benim için en büyük sevmeyi ve de sevilmeyi unutma unsurunda bulunuyorlar... Bir de sevdikleri kişilerin onları sevmesi gerektiğini düşünen zorbalar var ama o ayrı bir konu gibime geliyor. O çok başka bir boyut, zorbalık gibi geliyor o da...

Sevilmenin yalanı olmasın isterdim ama ne yazık ki var. Gerçek anlamda nefretin yalanını ayırabilirsiniz, zira nefretin yalanı olmaz derler ve bence de öyledir. Çünkü nefretin yalanını doğrusunu hissedersiniz. Ama birinin sizi gerçekten sevip sevmediğini hissetmeniz, bazen bir noktada gerçek olamıyor. İyi bir oyuncu karakterinde bulunan kişiler, sizi sevdiğine inandırabiliyor ve hiç size sevgi sözleri söylememişçesine de "türlü bahanelerle çekip gidebiliyor!" Ne yazık ki böyle...

Çok ama çok küçükken, ilk deneyimim olan sevgililikte birine internet üzerinden seni seviyorum yazdım. Yalan atamam. Denemek istedim, sevmek-sevgili olmak-sevildiğini hissetmek nasıldır diye. Ben de sevilmek nedir, karşı cins tarafından bilmiyordum ama arkadaş nedir biliyordum en azından. Sevgili de olsa, sizi arkadaş olarak da sevebilmeli idi; siz de onu arkadaş olarak da sevebilmenizdi doğru olması gereken. Benim aradığım samimiyet ya da samimiyetsizlik, kendime yakıştırdığım o davranış da değildi. Çok çabuk vazgeçtim o hatamdan. Ben yapamam, yalan söyleyemem, dedim ve vazgeçtim. Bir insan olarak sevmek haricinde sevmiyorum seni, diyebildim... Nicesine bu dürüstlüğü diliyorum. Zira; "Bir insanın canını hiçbir gerçek, bir yalan kadar acıtamıyor!" Biliyorum....


Bu yazı çok zamandır bekleyen bir yazı idi, bir aileye üzdükleri evlatları için kızmış da üstteki paragraflar dizisini yazarak açmıştım bu yazıyı; bunu hatırlıyorum ama kim olduğunu hatırlamıyorum...


Demiştim ki, "Sevmeyi Unutmuşlar!" Evlatlarına hayatını çalmaktan daha başka ne kötülük yapabilirler ki? diye düşünmüştüm sonra. Ve evet, sırf bu olmasa da bahanesi; o da sevilmeyi unutmuş ki, bana sevmediği halde yalan söyleyebildi birçok defasında demiştim sonra... Evet, ülkemizde de dünya üzerinde de gençlik dönemlerimizde öyle çetrefelli dönemlerden geçiyoruz ki, kendi kararlarımızca yaşayamazsak o bizim hayat boyu çilemize dönüşüyor. Sonra ortaya mutsuz bir sürü insan çıkıyor ve bir zamanlar yaşamayı unuttuğu kendi varlığını gerçekleştiremeyen o çocuk da, sevmeyi unutuyor...


Gördüğüm gözlemlediğim bu! Hayat, kişinin birey olarak görülmesi ve mutlu olduğu yönde yolunu kendisinin çizmesi gerektiği şeklinde ilerliyor; bunu çok net öğrendim. Meslek seçimi der, ya da kendini ispatladığı hobisi der ve parayı önem sırasında üst sıraya koyar ve esas mutluluğu es geçer kimisi. Oysa mutluluk, bir tomar parayı kazanmanızda değil; o parayı dahi kazanırken gerçekten çaba ve istekle gönülle çalışmanızdadır!

Bu sene yaz döneminde, üniversite seçimlerinde kaç çocuk kendi tercihini değil de, ailesinin uygun gördüğü mesleği seçip geleceğe yönlendirildi acaba? Kaç mutsuz birey daha yetişecek, kaçı ailesinin doğru gözlemiyle yönlendirildi de çalıştıkça sevecek ama kaçı sadece para için mutluluğu heder edilen kesim arasına girecek acaba???

Bunları düşünüyorum ve mutsuz insan ayrımını yapıyorum sonra kendimce bazen; gerek haberleri izledikçe, gerekse de çevremi gözlemledikçe...


Neden biliyor musunuz; hayvanlara sevgi göstermeyen gençleri görüyorum, sevgiyi unutmuşlar diyorum! Kendi suyunu kendi yemeğini, çalışmadan etmeden arayıp bulmak zorunda olan; bizim kendimize göre şekillendirdiğimiz doğada kendine dair bulabileceği tek bir şey bile bırakmamışken, birkaç su kabına tahammülü olmayan insanları görüyorum; "sevmekle beraber insanlıklarını da vicdanlarını da unutmuşlar" diyorum üzülerek...

Çocuklara sevgi saygı ve anlayış göstermeyen, "ulan bir zaman ben de çocuktum," deyip gülemeyen insanların, bir bayram sabahı çocuk parkında oynayan çocuklara silah sıktığını duyuyorum! Sevmekle beraber, insan olmayı da unutmuşlar diyorum!

Sonraa bir zaman geliyor, bir haber alıyorum; yaşlısı, çocuğu, genci, kadını erkeği tanımıyor, sinirine hakim olmayı seçmeden destursuz davranıp insan öldürüyor insanoğlu! Ve bu insanoğlunun yaşadığı yerde, o üstteki paragrafta çocuk parkında vurulan ama akciğerine birkaç santim kala sırt kemiğine saplanan kurşun sebebiyle, suçlular serbest bırakılıyor. İnsanlık bir kez daha ölüyor. Düşünüyorum, meslek seçimi eksikliğinden mi? Harbiden kendisi bile seçmişse de, o savcı hakim "Allah korusun" yakın çevresinde de olsa aynı kararı verebilecek mi? Hayvan insan demeden, bir can yitip gitmeli mi canilerin dışarıda gezmemesi için illa ki? Bunu yapan sizce daha beter üste çıkmadan da durabilir mi???


Sonra bugün haber bültenleri ve internet sayfalarında duyduk gördük ki; internette, haber bültenlerinde ve de birçok kesimde karşı çıkılan bu kararın sonucu, aynı kişinin yeniden gözaltına alınması ve tutuklu olarak yargılanmasına karar verilmesi şeklinde yer aldı! Adalet yerini buldu diye sevinirken bir yandan, bir diğer yandan da hepimiz önceki kararın tekrar tecelli bulması konusunda endişeli bulunmak arasında kaldık sonucunda...

Bu ülkede, nice maganda kurşununa kurban giden çocuk genç yaşlı insanımız; koca veya sevgili şiddetine kurban giden nice kadınımız ve bir anlık sinirini bahane edip öldürülen nice insanımız var ne yazık ki. Adaletin indirimi, geç gelmesi, bir diğer tarafın yaşam hakkına zarar veren bir kararın alınamaması; özellikle çok hassas senelerden geçtiğimiz bu senelerde son bulmalı. Ama öyle ama böyle, adaletin yerini bulduğunu düşündüğümüz bu haberdeki gibi nice davalarda böyle güzel sonuçlar alabilmemiz dileğimle!

Nereye bağlayacağıma gelince; dedim ya sevmeyi unutanlarımız var, bir diğer yandan da bu habere tepkisiz kalmayıp; bir dakika ya, böyle karar olmamalı benim ülkeme ve hukuk sistemime yakışmıyor, haklının yanındayız diyen vatandaşlarımız var! Çok şükür ki, o vatandaşlarımız olarak; sevmek nedir bilmişiz, bilmeyene öğretmişiz ve de öğretmeye devam edecek bir topluluk olarak varız diyebileceğiz! 

Zira sevmek; tanıdık tanımadık kişilere, her canlının yaşam hakkını ve her haklının yanında bulunup hakkını savunmaktan geçer!

Kafamda sorular var ama hepsi korkudan ötürü çıkıyor biraz da; sevginin sadece bir toplumu değil, tüm dünyayı kurtarabileceğine inanırken olanlar ne kadar doğru şekilde ilerliyor acaba? diye düşünüyorum işte, bu anlattıklarımdan sebep geliştiği tarafta... Sevmeyi unutmadıkça, sevildiğini yanımızdaki hayatımızdaki ve çevremizdeki herkese göstermeyi ihmal etmedikçe; hepimiz kazanacağız. Ben buna kalpten inanıyorum dostlar... 


Bayramın ilk günü, çocuk parkında o dehşeti yaşayan kız çocuğumuza ve ailesine de büyük geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum kalbimden. Allahım hiçbir çocuğa ve canlıya yaşatmasın, ne öylesini ne de daha beterini! Amin...

18 Ağustos 2018 Cumartesi

Simyacı, Bang Bang, Koca Koca Yalanlar - #didemingozunden


Bir kitap, bir film ve bir dizi bölümümüzde bu hafta! Yine ben geldim. :D Bu alanda yazalı dördüncü yazım oluyor bu. Önceki yazılarımı okumak isterseniz;

Geçen haftanın yazısı; "Bin Yüz Bir İnsan, The Duff, Erkenci Kuş" yazım için buraya...

Mayıs ayında yazdığım yazı; "Ay Bahçesi, Senden Önce Ben, Sen Anlat Karadeniz" yazım için buraya...

Ve bu alanda Nisan ayında yazmaya başladığım ilk yazım bir kitap bir dizi bir video "Yeni Moda Turuncu, Avlu, Korkudan" yazım için de buraya bakabilirsiniz... :)

Bu yazımızda da konularım; Simyacı kitabı, Bang Bang filmi, Koca Koca Yalanlar dizisi... İyi okumalar. (:

Simyacı; Okumakta Geç Kaldığım Ama Bundan Mutluluk Da Duyduğum Kitap...


Ne zamandır okumak istediğim kitaplar listemde bulunan ve nihayet bu sene doğum günü hediyelerim arasında, babama aldırdığım kitaplardan biri idi Simyacı. Geçen hafta okuyup bitirdiğimde gördüm ki, doğum günü hediyem olarak bu kitabı seçmekte en doğrusunu yapmışım! :)

Ortaokul çağımdan beri, her sene yakın çevremden en az dört kişinin okuduğuna şahit oldum bu kitabı. Buna göre de epey geç kaldım ama zamanını biliyor hayat çoğu şeyin, bu kitabı okumamın da bu sıra tam zamanı idi bence... 

5 günde okudum ve altını çizmeye kıyamasam da, birçok alıntım olan bir kitap oldu benim için.  Not aldım ve kaydettim o dosyayı da, "okuduğum kitaplardan notlarım" dosyama... İnstagram hesabımda birkaç sayfada altı sosyal medyanın kalemleri ile çizili birkaç cümlemden sonra, bir arkadaşımın kardeşi "Kişisel gelişimlerin atası kitap resmen, en az 3 kez okumuşumdur abla!" demişti. "En az 3 kez de ben okuyacakmışım gibi geliyor." demiştim ben de, zira başucu kitaplarımın arasına koydum. Açıp açıp okumak üzere elimin altında olacak... Ama şimdiden ilk emanet olarak ablama verdim bile, gelince geri yerine koyacağım yine. :))



Simyacı; basit bir seyyahlık yapan birinin hikayelerini anlatıyor, okumadan önce. Okudukça anladığım; birçok sosyal medya veya kitapta okuduğum bilgelik içeren hikayenin, bu kitaptan alıntı edildiği oldu... Kitap, Kişisel Menkıbemizi (yani hayattaki kendi amacımızı) gerçekleştirmemiz için yazılmış bir kılavuz resmen. Hayallerinin peşinden git diyor, baş karakterimiz olan genç çobana. Ama bunu çoğu basit kitaptan daha ustaca yazılmış bir kitap ile yapıyor. Paulo Coelho'yu internet üzerinden sözleri ile çok seviyordum ama bu bizim tanışma kitabımız oldu böylece...

Kitap boyunca, Kişisel Menkıbesini gerçekleştirmek için savaşan ama aynı zamanda da gerçek hayatın pes ettirici etkisinden söz ediyor.


Kişisel Menkıbe; “Senin her zaman gerçekleştirmek istediğin şeydir. Hepimiz, gençken, Kişisel Menkıbemizin ne olduğunu biliriz.”

“Hayatın bu döneminde, her şey açık seçiktir, her şey mümkündür ve hayal kurmaktan, hayatında gerçekleştirmek istediği şeylerin olmasını istemekten korkmaz. Ama zaman geçtikçe gizemli bir güç, Kişisel menkıbe’nin gerçekleştirilmesinin olanaksız olduğunu kanıtlamaya başlar.”

Genç çoban, bir rüyasının etkisi ile kişisel menkıbesini gerçekleştirmek için yola çıkıyor. Hayallerini gerçekleştirmek için çabalıyor ama bir o kadar da hayat onu zorluyor. Ama vazgeçmek istediği her defasında, karşısına vazgeçmemesi için bir başka mesaj çıkıyor. Kitapta diyor ki bu anlara dair;

- "Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar."

Kitap günümüz kişisel gelişim kitaplarından daha çok bilgi aktarıyor ve güven aşılıyor. Öğretileri çok hoş bir kere. Üstteki fotoğrafta da beğenip altını çizdiğim üzere; 
-“Kötülük,” dedi Simyacı, “İnsanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.” 

Kesinlikle öyle! Böyle kitaplara, hepimizin ihtiyacı vardır diye düşünüyorum... :)


Büyütülmüş klasiklerden biri sanıyordum kitabı ama değilmiş. Daha çok laf söylemeyeceğim, çünkü kendimden biliyorum; bazı kitapları veya filmleri ne kadar översen o kadar antipatik gelebiliyor insana. Ama bu kitap öyle değilmiş. Zamanının geldiğini düşündüğünüzde, alıp okuyun derim. Çoğu kitap sizi zamanı gelince kendine çağırıyor zaten! 

Bir de beni en etkileyen paragrafı paylaşmak istiyorum, üstteki fotoğraftan da okuyabilirsiniz, veyahut buradan da;

* - Delikanlı, çölde yol alırlarken yüreğini dinlemeyi sürdürdü. Onun kurnazlıklarını, onun hilelerini öğrendi ve sonunda onu olduğu gibi kabul etti. Bunun üzerine korkmayı bıraktı, geri dönme isteğini geride bıraktı, çünkü bir akşam, yüreği, ona mutlu olduğunu söylemişti. "Biraz şikayet edecek olursam," diyordu yüreği, "bu yalnızca benim bir insan yüreği olmamdandır ve insanların ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerin gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağanüstü olabilecek, ama olamayan anlar, keşfedilmesi gereken, ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz."


Bang Bang -- İzlediğim En İyi Bollywood Filmlerinden Biri...


Bu hafta başlamadan önce bir film izledim, adı Bang Bang idi. Bollywood filmlerinden izlediğim en iyi filmlerdendi. Hem bol aksiyonlu hem de romantik bir filmdi, ki böyle filmleri izlemeyi daha çok severim ben... :)

Bang Bang filmini, birkaç ay önce Youtube'da filmin içinden bir dans sahnesi ile müziğini ve dansını beğendiğim için daha sonra izlemek üzere izleme listeme almıştım. O şarkının ismi Tu Meri idi ve videosu burada... 

Geçen hafta bugün de filmin tamamını izledim ve yarısından sonrasını da babamla izledik ve romantik yanı olmasına rağmen babam bile çok sevdi. Her sahnesi ayrı güzeldi ve hiç sıkılmadım ama en sevdiğim sahneleri üstteki sahnelerdi. Filmin en güzel yanı, çok güzel bir kurgusunun olması idi ve bu kurguyu 3 saat sunsa bile sıkmaması idi... Hele hiçbir şey bilmeden şansı yaver giden başrol kızımız, Katriana Kaif'in oynadığı Harleen karakteri çok ama çok yerinde bir karakterdi. Hani bazı başrol kızları olur, onu ne karaktere ne de filme yakıştırırsınız ya. Katriana Kaif hiç öyle değildi. Sonradan farkettim ki, birçok kez izlemişim meğer filmlerini. :) Ama sanki ilk defa izliyormuşum gibi de içime sinen bir oyunculuğu vardı...



Gelelim filmimizin benim için esas önemli noktasına; bu film sayesinde Hrithik Roshan'ı daha yakından tanıdım ve her filmini izlemek isteyecek kadar çok sevdim... :) Hrithik Roshan'ın oyunculuğu, yani nasıl anlatayım ki; bu filmden sonra 2 filmini daha izledim sonraki iki günde de ama bu filmindeki oyunculuğu bir başka güzel. Artık oyunculuğunu çok sevdiğim Bollywood'un erkek oyuncuları sadece Aamir Khan ve Salman Khan değil, ilk sıralara Hrithik Roshan da oturdu. Öyle eğlenceli ve öyle izlerken mest eden bir aurası var ki bana geçen, favori Bollywood oyuncularımdan artık kendisi... :)

Üstteki kolajı da ben oluşturdum, filmden en sevdiğim Hrithik Roshan repliği;

- Sence de bu "bir gün"ün anlamı, asla demek olmuyor mu? 
Bence ne yapacaksak hemen yapmalıyız.
Ben her günümü son günüm gibi yaşarım.
Böylece sadece... bir günüm oluyor.

Evet, çok bilindik bir cümle. Hayatı son gün gibi yaşamak gerek, ama film bunu çok güzel anlatıyor; hem de eğlenceli bir şekilde... Bir daha bir daha izlemek istediğim ve dansları aksiyon sahneleri ve komedisi ile güzel bir filmdi, tavsiye ediyorum. Hrithik Roshan'a bu yazı ile tekrar söylemek istiyorum; iyisin Hrithik Roshan, baya iyisin! =)


Koca Koca Yalanlar; Bence bizim Ülkemizde Böyle Konular İşlenmemeli!

Pazartesi günü Kanal D'de bir dizi başladı, adı Koca Koca Yalanlar. Sosyal medyada benim gibi konusuna ve işlenişine itiraz edenler oldu ama yeteri kadar duyuldu mu bilmem...

Bir erkeğin eşini aldatması işleniyor dizide, ki bizim ülkemizde böyle konular işlenmesi gerektiği gibi işlenemiyor. Hem de toplumumuzda kadının değeri ve erkeğin konumu gözler önünde ve içler acısı bir halde iken... Aldatma konusu, komedilere konu oluyor hep. Oysa aldatma konusu, sadece iki kişinin konusudur bir yerde ama bizim ülkemizde toplum yararına göre işlenemeden daha kötü boyutlara da getiriliyor. Yabancı ülkelerde, bu konu dizi ve filmlerde toplum yararına işlenmeye çalışılıyor, izlediklerimizden biliyorum...

Bizde ise istisnaları az olan bu konu; çoğunlukla komediye çevriliyor, dalgası geçiliyor ve çoğunlukla aldatma işlemi hep erkeğin normal doğası imiş gibi görülüyor. Bu dizi de aynı mantıkla yapılmış, erkeğin çapkınlığı sevimli gösterilmiş. Oysa toplumumuzda kadının böyle bir konuda sadece duyumu alınsa dahi; gerçektir veya değildir bilinmeden, asılıyor kesiliyor filmlerde dizilerde. Çifte standart yani... Buna rağmen, dizinin ilk bölümünde işlenişi hiç hoş değil, toplumsal açıdan fiyasko ile sonuçlanabilir.

Diyeceksiniz ki, bunun öyle olduğunu nereden bildin? Bildim, çünkü ilk bölümden kendini belli ediyor; sabır gösterebileceğim gibi değil! Kadın arkadaşları ile konuşurken; "üç evli kadın, yine de birimizden birinin kocası aldatırsa birbirimize destek çıkalım" diyorlar. Birkaç gün sonrasında kadının arkadaşları, öğreniyorlar ki kocası onu aldatıyor. Gidip aldattığı kızı buluyorlar ve onunla konuşup, senin sevgilin evli diyorlar. Kız zaten bunu biliyor ama bilmiyormuş gibi davranıp, bir daha onunla ilgilenmeyeceğini söylüyor kadınlara! Ama kızın adamı sevdiği yokmuş meğer, sadece taktik olduğunu da kadınlar gider gitmez arkadaşına söylüyor! Rahata kavuşmak içinmiş...

Sevse mantığı var mı diyeceksiniz, bence var. Erkek de kadın da sevse, zaten başka bir yol bulup birleşmeye çalışır. Sevince her şey değişebilir, bence sadece bu dünyada sevmek günah değildir! Evlendiğin kişiyle mutlu değilsen de ayrılabilirsin sonuçta, buna kimse haksız gözüyle bakma hakkına sahip değildir bence. Ama iki kişiyi bile bile -ayrılabilme imkanın var iken- idare etmek, "her iki kadına da veya her iki erkeğe de" bence haksızlıktır...


Gelgelelim, bizim tam destek kadın arkadaş grubumuz ne yapıyor bundan sonra dersiniz? 

- Arkadaşımıza söylemeyelim, yuvası yıkılmasın diyor ve hiçbir şekilde bundan haberdar etmiyor... Yani diyeceğim o ki, dizilerimizde bile kadın kadının destekçisi olamadıktan sonra; ne anlamı vardır böyle hassas bir konuda böyle bir dizi yapmanın??

Ne yazık ki, hiçbir yere varamayacağını düşündüğüm bir dizi Koca Koca Yalanlar...

İnşallah, bu dizi benim dediğim gibi çıkmasın diyorum diğer yandan da. Ama bugün ikinci bölüm fragmanını da izledim, kadın kendi gözüyle de görüyor ama o da rüya çıkar diye herkes altındaki yorumlarda tahmin edebiliyor zaten. Ne olur bilinmez...

Evlilikler bitebilir, bazı durumlarda kadın ve erkek bundan haberdar bile olabilir. Ama bizim ülkemizde erkeklik kalıbına aldatmak sığabiliyor da, kadın başkasına aşık olup ya da olmadan da olsa ayrılmak istese nasıl ayrılamıyor. Aynı şeyi kadının yapması, "namus cinayetlerine en baş haklılık sebebi oluyor!" Kadın ne yaparsa kalbi ile yapıyor ama en büyük hatası onun dürüstlüğü oluyor. Aldatan tarafın kadın tarafı bile daha ağır ithamlara konu oluyor. Benim itiraz ettiğim konu da burası zaten...

Bakın bitmiş bir evliliktir, istisna diye bakabilir insan. Ama ülkemizde, boşandıktan sonra başkasını seven kadına bile çocuğu var diye kötü bakılan toplumumuzdan bahsediyorum. Bu diziler bizi yüceltmez, ya da bozuk bir dengeye sahip toplumu dengeye koymaz. Temelinden iyice sarsar!

Bence komedide işlenmemesi gereken bir konu, hem de onca kadınımızın cinayete kurban gittiği zaman diliminde konusu edilecek gibi bir şey değil! Ve hiçbir sanat faaliyeti olamayan biz Türkler için de, izlediğimiz dizi ve filmler bu kadar önemli işte. Ben böyle görüyorum, siz bir dizi veya filmde erkeğin yaptığının onun doğası görülmesine ve hak verilmesine; kadının yaptığının sadece hata görülmesine ve hep kadın kendine baksa idi canım!, denilmesine yine göz yumabiliyor musunuz?

Kadınları da erkekleri de ezen, cinsiyetçi hiçbir diziyi ve söylemi sevmiyorum... Bu konunun hakkı verilerek işlendiği bir tek dizi aklıma geliyor bu arada, draması ve de komedisiyle layıkıyla oynanmış oyunculuklarıyla; Evli ve Öfkeli. 

Sevgilerimle...

9 Ağustos 2018 Perşembe

Bin Yüz Bir İnsan, The Duff, Erkenci Kuş - #didemingozunden


Merhabalar, biraz aradan sonra yine bir kitap bir film ve bir dizi ile geldim... Son okuduğum kitap, son izlediğim film ve bu yaz dizim bellediğim Türk dizisi ile... İyi okumalar. :)

Bin Yüz Bir İnsan - Aret Vartanyan

6 gün önce bitirdim bu kitabı, 3 Ağuştos 2018 günü. Başlama tarihime bakarsak (5 Temmuz 2018), bir aydan fazla sürdü. Sebebi sadece kitabın başlarda yavaş ilerlemesi değildi, okuduğum tarih aralıklarında günlerimizin hayli yoğun geçmesine de bağlıydı; şükür ki... Aret Vartanyan ile tanışma kitabıma yorumumu yazmayı es geçmedim yine de, yavaş başladı ama hızlı bitti diyebilirim. Altı çizilesi çok cümlesi olan bir kitaptı, ki okuduğum kitapları çizmeyi sevmesem bile...


Marmaris tatilimizin 5. gününde iken elimdeki, Kor Adası adlı kitabı bitirip başlamıştım okumayı bu kitabı. En çok da orada okumayı sevmiştim, otelin lobisinin balkonunda ve etrafı ara sıra izler halde iken ama tek başıma kendi köşemde (üstteki resimler, Marmaris'te çekilen resimler) ... 

Merom vermişti bu kitabı bana, sahaftan aldığını ve kendisinin de çizerek okuduğunu söyleyerek. Ki o da sevmez, okuduğu kitabı çizmesini... Hayatın içinde, kendimizi karmaşaya soktuğumuz, kendini bulma yolculuğunu kendi deneyimleriyle anlatan birinin diliyle yazılmış kitap. Ben daha fazla romansı bir dil beklerken, tek kişinin ağzından ve kitabın ortasına kadar Aret Vartanyan'ın kendini gerçekleştirme hikayesini okuyorum sanmıştım. Başta bu sebeple hayal kırıklığı yaşamış olabilirim ama çok büyük hayal kırıklığı da değil hani...

Kendi içinde hayatın içindeki rolüne hayatın bir şekilde getirmesini kabullenmiş ve de mutlu olmadığı halde bunu değiştirmeye cesaret edemeyenlerin okuduğunda; "evet ya, bu işte!" diyebileceği kitap...

Ben içerisinde bulunduğum hayatta, kendi tercihlerimden değil, sağlık durumum sebebiyle bir şeyleri gerçekleştiremedim ama onun haricinde benim bile; "aslında gerçekleştirebilirdim, hala gerçekleştirebilirim de!" dediğim bir kitap oldu... Lafı uzatmadan buraya kitaptan birkaç cümle, altını çizdiğim alıntıları bırakmak ve birkaç da resim koymak istiyorum...

Bunlardan biri şu;

"Her insan kendisini bir şekilde ifade eder. Etmezse yaşayamaz. Edemedikleri bazen patlar, başkalarının gerçeği kendi gerçeğine dönüşür." 

= Vazgeçtiklerimiz, kendimizi ifadeden kaçtığımız anlarda başlıyor aslında. Bazen size de öyle gelmiyor mu; tarihi kaçırıyoruz, ucundan tutan biz olmuyor, sadece nefes aldığımızı sandığımız bir hayat oluyor... Bunların hepsi kendimizi ifade etmekten kaçındığımız ve bazen de zorla susturulduğumuz zamanlarda gerçekleşiyor.

"Özgür olmak, özgürlük... İçi nasıl da boşaltılmış bir kavram. İçinde yaşadığımız dünyada, temel insani haklara sahip olmak bile özgürlük sayılır oldu. Temel haklar verilirken, özgürlük kazandırıldığı söyleniyor."

= İşte bu sözde çok durakladım, o kadar doğru ve o kadar üzerinde gerektiği kadar düşünmeden geçtiğimiz bir nokta ki Türkiye'de. Özgürlüğümüz bir şeylere birilerine bağlı hep. Temel haklar elimizde iken mi özgürlüktür ki, yoksa bu kavram başka bir şey miydi? diye düşündürüyor insana... Bence öyle, başka bir kavramdı özgürlük. En basitinden, internet kullanımı bile birçok şeyle kısıtlanıyor. Özgürlük diyoruz, bilgi almada bile özgürlükten yoksun yaşayabildiğimiz zaman dilimlerini gördük biz. Düşünmek gerek bunları işte...


Fotoğrafta altını çizdiğim yerlerde şu yazıyor; 

"Sen kaybederken ben kazanıyorsam, sen üzüürken ben seviniyorsam ya da senin karşında elde ettiğim üstünlükle kendimi güçlü hissediyorsam benim de kazandığım, elde ettiğim bir şey yok. Hayatlarımız ayrılık üzerine değil, birlik üzerine kurulu olduğunda hepimiz kazanır, güçlülüğü yaşarız. Ayrıma, ayrılığa dayandığında ise hepimiz elimizde ne olursa olsun güçsüzüz."


= İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, sosyal medyada veya hayatın kendi içerisinde, insanlığın ve de bizim insanlarımızın en kabul edemediği cümleler dizisi yukarıda yazıyor. Bencillik, kendi mutluluğu haricinde insanların mutsuzluğundan kendine sözde ders çıkaran ama acı seviciklikten başka bir şey yapamayanların yaşadığı bir durum hali... Diyeceğim o ki, sen kaybediyor ben kazanıyorsam, ben kaybediyor sen kazanıyorsan; bir vatan içinde kazanç senin de benim de değil. Bir arada yaşıyor isek, birileri ayrıma uğramamalı. Farklılık insanlarda olur, bu farkı gözle görünürden uzak kılmak biz insanların yapması gereken. Aret Vartanyan bana bu hisleri geçirdi cümleleri ile. Katılıyorum da diyebilirdim kısaca ama bunları da es geçmemek gerek diye ekleyeyim dedim... :)


The Duff (2015)

Birkaç gün önce Youtube'da seyrettim bu filmi. Adı gereği geciktirdiğim, önüme çıktıkça sonra izlerim ya dediğim bir filmdi. Romantik komedi ama konusu gereği, gerçekten kim Duff değildi ki dedirten bir sosyal soruna değiniyor film aslında...

The Duff, sosyal çevre içerisinde elde edilebilir görünen insan demekmiş. Sosyal alışkanlık düzeyi, diğerlerine uymayan; dış görünüşü veya çoğu kişilerin beğenmediği şeylere ilgi gösteren; kısaca günümüzde tiki olmayan ama tiki olanların yanında gezen ve tikileri elde etmek isteyenlerin aracı olarak kullandığı kişilere deniyormuş! Güzel anlattım de mi? :D Ben sevdim anlatımımı önce...

Filmi izlediğimde, sık sık kendime; "hangimiz Duff olmadık ki?", dedim. Çünkü lise ortamı bu Duff'ları dışlayanlarla doluydu. Hep bir kusursuzluk ya da görünenin iyi olması gerektiği üzerine alışılagelmiş bir kabullenilmişlik var ya, bunlar hep ondan! dedim kendimce... :)


Lisede; bizde Asosyal bulunan, çirkin, şişman veya istenilen güzellik kriterlerine uymayan kişileri dışlarlar ve onlara bir isim vermezlerdi, yer de vermezlerdi. Bu film de gösteriyor ki, yurtdışında böyle kişilere isim bile konulmuş. Filmin İmbd'deki görünümüne buradan ulaşabilirsiniz.

Ne yapabiliriz derseniz; filmin sonunda şöyle bir öneri var, izleyecek veya izlemeyecek arkadaşların hepsine gelsin bu söz:

"Sonuçta konu popülerlik ya da birini elde etmek değildi. Bütün konu sana ne etiket yapıştırılırsa yapıştırılsın, kendini doğru tanımaktır. Bir Duff'ın dediğine güvenin..." :)

= Yani her yerde her koşulda, kendimizi doğru tanımak ve kendimize güvenmek büyük gereklilik! Unutmamalı...


Erkenci Kuş - Bu yaz izlediğim tek dizi...


Bu yaz tek bir dizi izliyorum, o da Erkenci Kuş. Bütün bölümlerini izledim ve gününde kaçırsam bile diğer günler izlemeye çalışıyorum... Bu yazın ortaya konulan Türk yaz dizilerine bakıyorum da, yeteri kadar komedi yok. Yeteri kadar eskisi gibi öne çıkmış komedi yok. Mesela her gün, Fox Tv'de İnadına Aşk ve Aşk Yeniden veriliyor. Konuları karakterleri bildiğim halde, izlemekten sıkılmıyorum. İçinde, ihtiyaç duyduğum her şey var. Konuysa konu, komediyse komedi ve aşksa aşk...

Ama bu sene kışın da bize yaptıkları gibi, yazın da yeteri kadar üzerinde duramadıkları konu komedi oldu. Yani Türkiye yakın zaman diliminde komedide sınıfta mı kalıyor ne? Filmlerden izlersek izliyoruz, onun haricinde ağız dolusu eleştiri yapan eleştirirken güldüren, güldürürken de düşündüren diziler izleyemez olduk. Her anlamda söylüyorum bunu... Varsa yoksa acı! Hayatın kendisi çok acımasız zaten, televizyonda bırakın biraz hayata dair gerçeklik izlemeyiverelim! Gerçeklik diye anlatılıp da, diziye entrikanın alasını katıp; bir de üzerine insanları paranoyak ediyorsunuz senaryolarla!


Konu uzaklaştı pardon, her konuda standartlaşmış ve seçenek yelpazesi bulunmayan dizi sektörümüze kırgınım doğrusu. Komediye açız, gerçek komediye çok çok açız! 

Erkenci Kuş'u bu sebeplerle sevdim; içinde sanata dair de, komediye, aşka, izlerken eğlendirebilecek ve aynı zamanda ihtiyaç duyduğun şekilde gamsız düşünebilme kapasitesine sahip bir dizi. Demet Özdemir ve Can Yaman da, başrol olarak birbirlerine uyumlu iki güzel oyuncu. Allah yollarını açık etsin inşallah...

Sanırım komedi filmlerini, romantik filmleri ve aksiyonu barındıran ama darlamayan film ve dizileri hep sevdim hep de seveceğim... Diyebilirim ki, ben tek değilimdir bence! Bir ses duyuralım da, klasikleşmiş konulardan vazgeçsin Türk dizi sektörü. Ben bu sene de Pazartesi'den Cumartesi'ye dek, hüngür şakır ağlamalı dizilerden olsun istemiyorum. Sanata yatkınlığı, hayatın pahalılığından ötürü körelmiş bir milletiz zaten; bari bilgilendirici belgeseller veya programlar yapılsın, onlar daha faydalı. İnsanları entrikaya boğmayın canım, yoksa el atacağım sektörünüze ona göre! :D

Onu bunu bırakalım da madem, Erkenci Kuş'u izleyen var mı ben gibi? Çok tatlı değiller mi ve bir o kadar da eğlenceli? Hep böyle uçarı bir aşk istemiştim; deli debel değil, sevdi mi düzgünce seven ama eğlencesini yitirmeyen cinsten... Bize de nasip olur inşallah zamanı gelince ama tabii ki Erkenci Kuş'taki yalandan dolandan uzak. Sadece atışmalar yeter, anlaşana dek. Birbirini kırmadan etmeden olduktan sonra, atışmak da hayatın tadı tuzu eğlencesi işte... :)

Ben Erkenci Kuş'u izlemeye devam edeceğim bu yaz, bence kış dizisi olarak da kalır. Sizin izlediğiniz yaz dizisi ve kışa kalmasını istediğiniz bir dizi var mı bu arada? Benimki zaten belli de... :)) Umarım siz de yazarsınız yorumlara...

Sevgilerimle... (:

5 Ağustos 2018 Pazar

Birilerini Çok Sevmiştim... - #İçDökmeMerasimi


Burayı çok ihmal ettim ama Yıllar Geçerken adlı bloğumda hala yazmaya devam ediyorum. İçimden gelen bir yazı konusuyla buraya da geri dönmek istedim bugün... Bu yazımdan önce, dün yazmış ve yayınlamış olduğum, diğer bloğumdaki "Dalyan Tekne Turumuz" yazıma da uğrayabilirsiniz bu arada... Ben gibi burayı unutmaya yüz tutmuşları alabilir miyim, bir iç dökme merasimi yapalım istiyorum! =)


Oldum olası sevgiye aşka çok değer veren biri oldum. Öyle bir değer ki bu, daha küçük yaşımda çok sevilmek ve de çok sevmenin hayalini kurdum. O derece ki, anasınıfında ilk hoşlantımı yaşadım; buna aşk denilmezdi elbet ama küçüktüm ve hoşlanmıştım. İlk o zaman güzellik ve çirkinlik kavramının ülkemizdeki rolüyle karşılaştım. Şimdi anlıyorum ki, o zaman hoşlandığım kişinin beni itmesine sebep olan bende bulamadığı güzellik, ailesinden ve de çevresinden öğrendiği bir kavramdı yine...

Sonra yıllar geçti, ben bir kez daha aşık oldum; ortaokulun başlarıydı, birçok kişiden hoşlanıyor ama hep birine geri dönüyordum. O ilk platonik aşkımdı diyebilirim. Bilmeyen de yoktu onu tabii ki, benden bir iki yaş büyük ve yakışıklı biriydi. Kaşına gözüne, duruşuna ve de gülüşüne aşık olmuştum. Yani anasınıfından çok sonra bile, benim reddediliş sebebim olmasına rağmen yine aynı şeyi yapmıştım; dış görünüşü umursamış ve yine reddedilmiştim. Ama zaten karşılık bulmak değildi ki amacım! Sadece onlar dursaydı, "ben onlara bakıp hoşlanıp içimin kıpırdamasını yaşamayı istiyordum." Ben böyle severek hayatıma devam edebiliyordum!...

Birkaç kişiden daha hoşlandım dedim ya bu arada; biri farkettiğinde acayip dalga konusu olmuştum, biri öğrendiğinde kendisinden bile sakladı ve hiç incitmedi beni, bir diğeri ise çok ama çok utangaç ama farkettiğini belli etmemeye de kararlı davrandı. En son bana sordu, ben ona evet dedim ve konu orada kapandı. Yani başta istediğimi söylediğim gibi, bıraktı sevdim ve sadece kalbimin kıpırtısına ses vermeme razı oldu o da...


Böyle giderken, Lisede kimseyi sevmedim neredeyse; ta ki sonlarına dek... Birini sevdim, çok sevdim; kendi içimde onun arkadaşım da olduğunu içselleştirdim üstelik. Ama başta bu sefer sevilenin ben olduğuma ve de kendisini sevdirmeye söz vermiş gibi idi; sevdirdi işte kendini. Bir arkadaş oldu, bir dost oldu ve bir yar olabilirim dedi bana. İnandım! Bir engelli bireyin de herşeyiyle sevebileceğine inandım (hala da inanıyorum, ama konumuz bu değil!). İlk defa sevgilim dedim bu kişiye, bir daha kimseye diyemeyeceğim sandım ama ben derdim kendime; "İnsan tek bir kişiyi sever diye bir şey yok, kaç kez aşık oldun Didem? Nereden belli son olduğu?" Bu durumu unutmayı bile göze alıp, son dedim. Aslında bunu deme cesaretim onun sözleri idi; "hiç bırakmayacağım, çok sevdim, çok seveceğim, sonun olacağım, sonum olacaksın!"


İnsan kendi isteyip de inandırıyor kendini, sonra karşısındakini suçlayadabiliyor tabi... Oysa inanmak güvenmek ve kendi kabuğumu yara almayı göze alacak kadar kırmak, benim suçumdu... Şu an düşününce o kadar trajik ve de korkunç geliyor ki, birinin bu kadar net konuşması ve o netliğe şüpheleri silip güvenmek. Üstelik bu durumun değişebilecek olmasının ihtimali de o kadar netti ki... Sevdim sandım, sevildim sandım, benim için bir şeyleri göğüsleyebilir sandım... Ben göğüsleyebilirdim çünkü. Uzaklık'ı, yakınlık'ı, çok görüşmeyi, az görüşmeyi, bir sohbeti ve sonunda zor da olsa bir hayatı paylaşmayı...

Biraz zaman geçti, aslında ilk bitişte herşeyin yalan olduğu ortaya çıktı ama tutulmuştum o sevilme heyecanına, bittiğine inanamadım ilk seferinde. Yalanlarını öğrenmeme, kendi gözümle görüp anlamama ve bilmeme rağmen... 14 ay geçti, kimseden hoşlanmadım ve kimseye onun kadar güvenemedim. Kendime karşı yapılan kısıtlamalardan hiç hoşlanmazdım ve o kısıtlamıyordu da beni. Öyle geliyormuş bana meğer, karşı gelebiliyor ve onunla kavga edebiliyorum diye o beni kısıtlamıyor gibi geliyormuş; hep sonradan anladım bunu da... Belki de seviyordu, dedim. İnandırdım kendimi ve bekledim.

14 ay sonra daha kendinden emin ve daha pişman bir profil ile özlem dolu geldi karşıma. Çok özlemişti, bana ayıramadığı zamanlardan ötürü özlem dolu idi. Sohbetim, gülüşüm özlenmişti. Ben de özlemiştim ama itiraf edemezdim. Gururum el vermez, kalbime bir kez daha yapamazdım. Ama nasıl oldu ise bir buçuk ay sonra ikna oldum. En azından artık yine eskisi gibi arkadaştık, konuşuyorduk ama aramızda gerçek bir şey yoktu. Ta ki hayatımda arkadaş anlamında büyük bir yıkım meydana gelinceye dek; ondan sonra beni bir süre boyunca daha çok yanımda olarak inandırmıştı. Sonum senin kalbinde olacak, seni hep seveceğim ve sen başkasın... (Ahh ne büyük laflar!)

Dedim ya, sevgi anlamında hep ikna olabilir kabiliyette biriydim sanki, gençliğimin o döneminde güçlü de olsam bir yanım da zayıftı ve ikna oldum sonunda. Yine inanmak istedim, çünkü inanabileceğim fırsatlar sundu bana. Hayatımda en değer verdiğimiz kişilere söylememizi istedi, aramızdaki sevgiyi. Söyledim, o da söylediğini söyledi... O gerçekten yaptı mı bilmiyorum da, ben gerçekten bir şeyi gerçekleştirmiştim; o hep sabırsızlandığım büyümem gerçekleşmişti. Evet bir engelli idim ve buna rağmen beni seven ve hayatının odağı yapmak isteyen biri vardı. Bir yalan bu kadar da sürdürülemezdi, sevgimle teslim oldum. Çok fazlaydı, ama gerçek olduğuna nasıl inanmıştım bilmiyorum. Sanırım birkaç ay hem çok zorlu hem de bu anlamda çok güzel geçmiş gibi hissediyordum.

Onun tekrar gelişinden sonra, zaman bir 6 ay daha ileri attığında; o birden bire uzaklaştı. İlk ve son görüşmemizde, gerçeklik yavaş yavaş bitti. Ben devam ediyor sanırken bitiyormuş meğer. Kasım ayının ortasında da saçma sapan iki sebep söyledi ve aramızdaki esas diyalogların 2-3 seneye yayılıp, tamamen bitmesine doğru bir süreç başladı... İşte her şey de bundan sonra başlamış meğer!


Size neyi anlattım biliyor musunuz; bu benim ilk ve son kalp kırıklığım olmasını umduğum, yalanlar dizisinin bitişi idi... İçinde o kadar çok yalan barındırıyordu ki; başlangıcındaki sohbetlerin bile yalan mı gerçek mi olduğuna emin olamıyorum şimdi. Bir yalan tüm doğruları unutturabilir, diye okuduğum ve bildirildiğim üzere; birkaç yalanı, onun tüm doğrularını yıktı bende...

Hiçbir şekilde yalan söylememekten ve de yalanı sevmemekten ötürü övünürdü kendisiyle; aradan 8 yıl geçmiş bu bahsettiğim olanlar olalı ve size bunları ancak bu kadar açıklıkla anlatıyorum. Sebebi şunları dile getirmek istememden ötürü;

"- Birilerini sevmezken sevdiğinize lütfen inandırmayın.

- Birilerini, sevmiş iseniz ve de sevginiz bitti ise ona dosdoğru sevginizin bittiğini anlatın; bir yalanı birçok doğruya değişin. 

- Lütfen unutmayın; Hiçbir doğru, bir yalanın varlığını öğrenmek kadar acıtamaz insanın canını!"

8 sene geçmiş, siz görüşmeyeli 8 sene olmuş bu neyin acısı? Demeyin. O 8 seneye yayılan bir kalp kırıklığını bitirme sürecim var benim. Ben ona yazdığım tek bir yazıyı bile saklamadığım bir döneme daha bundan 3 ay önce girebildim. Yalanıyla beraber yaşanmışlığımı hatırlamak istiyordum çünkü. Bu bana ders olacaktı, bu bana o kalbimde büyüttüğüm boşluğu hatırlatacaktı. Hatırlattı da, 3 ay önce görevini bitirdi ve gitti....

Yaklaşık 3 aydır, onun yakınları dahil hiç kimsenin ve de onun profiline bakmadım. Bir o değil, zamanında kalbimi kırmış kimsenin ne profiline ne de onlardan bir haber almaya çalışır haldeyim artık! Ondan da haber almaya çalışmadım ve de "5 yıl geçti en son konuşalı, bir kez bile yazmadı üstüne neyin derdindesin?" bile demez oldum kendime son 3-4 yıldır...


YALAN SÖYLEMEYİN; SEVGİNİN YALANI OLUR AMA NEFRETİN YALANI OLMAZ! NEFRET EDİLEN YA DA ADINIZ ANILDIĞINDA TÜYLERİNİ DİKEN DİKEN EDEN OLMAYIN, KİMSE İÇİN!


Ben bu aralar yeniden aşık olmak istiyorum. Birilerinin kalbimde bıraktığı yaralar hala var, bitmedi diyemezsin demeyin. Bitti, çünkü artık ben onunla veya kimseyle hesaplaşmak, konuşup "neden" diye sormak istemiyorum. Bu benim için bitmesine tek sebep... Birilerinin profiline girip, gülüşüne dolu dolu bakmak istemiyorum; "gülmeyi hakediyorum, ağlamayı haketmiyorum." diyebiliyorum. Kendimi bu konuda da dibe sürüklemeyi değil, yukarı çekmeyi sonunda başarabildiğime mutluyum. Onun (diğerlerinin de ama en çok onun!) en sevdiğim kadını benim yüzümden ağlattığını unutmayacağım hiç, bu bana en büyük ders oldu çünkü. Geri dönemiyorum. "Seviyorsan git konuş." demişler, ben geri dönüp ben seni çok sevmiştim demeyi bile zerre istemiyorum...


Biten, sizi küçülten ve de üzen hiç kimse için bunun aksini yapmayın, yapmayalım! demeye geldim... Ben çabuk bitirebilen biri değilim, buna da mutluyum aslında. Bitirmem gereken bazı konuları, içimde bitirdim mi tam bitiriyorum, pişmanlığım kalmıyor. Her şeye rağmen hakkım helal olsun ona da; zira Allaha havale ettim, içimi acıtan tüm yalanlarıyla... Sohbetlerimiz ve bana iyi kötü yaşattığı mutluluklar da var tabii, yüzümü güldürdüğü çok sohbetimiz oldu ama bir o kadar da ağlatmıştı. Böyle itiraflar da, yıllar sonra gelebiliyor benden. Varsın böyle olsun, "iyi ki de ben hala böyleyim, kendim." diyebiliyorum hala.


Birilerini çok sevmiştim, kendimden tüm arabeskliğime rağmen nefret de etmiyorum artık. :) Bu da benim ilk ve son arabeskliğim olsun... Yeniden birini seveceğim, belki yakın zamandadır diye çok düşlüyor ve istiyorum. Yalanları unutmak istiyorum, sadece bu yakıyor canımı; bana söylenen yalanlar sebebiyle, bir gün gerçek bir sevilen olamayacakmışım gibi hissetmek!

Ama öyle bir şey olmayacak, birilerini çok sevmiştim ve zamanı gelince yine çok seveceğim... Buradan, biz birbirimizi çok sevdik! yazacağım. İnşallah... :) Bu sefer yorum istemiyorum, diyorum. Acep buna yorum gelir mi? :D Benim gibi başına gelenleri, geç de olsa ders bilip sindirebilen var mı aranızda??

Sevgilerimle, sonuna dek okuduğunuz için teşekkür ederim... Bin parçaya bölünmeden benim gibilere tavsiyem, vazgeçin sevgisiz topraklarda sevgi dilenmekten ve sevgi araması yapmaktan. Hayata bırakın kendinizi, doğa nice gerçek aşklarla dolu... Bizim olmasını hakedeceğimiz birçok sevgi ile karşılaşmamız dileğimle..