16 Aralık 2022 Cuma

Bir Geçmiş Bir Bugün, Hepsi Bir Bütün - 16.12.2022 #zamanıdır

 

25.12.2019 – 02:02


Son 2 yıldır kendimden gizli bir ben'in varlığıyla tanışıyorum her gün aslında ve tanıştığım kişi karşısında şaşkınlığa yürüyorum daima; bir gün iyiyse bir gün kötü anlamda..

Bundan tam 9 yıl önce, insanlar hep değişir diyen birine; ben değişmem, değişmeyeceğim derdim. Bu bana hakaret gibi geliyordu zira o zamanlar. Ama şimdi kendini geliştirmenin de değişim içerdiğini farkettim. Değişmek hep kötü yana ilerleyen bir mevzu değilmiş mesela.

Zamanında o biri gelip de bana "İnsan daima kendini doğurabilir, yeter ki istesin!" deseydi; ne diyor ki acaba? Diye düşünürdüm. Zaman işte, öğretiyor her şeyi. Deneyimlemek bazen acı, bazen de tatlı; ama yaşananların her biri aslında seçtiğin yönler doğrultusunda gerekli ve bu gerekliliği ancak yaşadıklarından deneyim çıkardığında anlayabiliyorsun. Ne yazık ki insan, geliştiği noktaya gelene dek sıkıntısını; sıkıntısı bittiğinde de gerekliliğini kavrıyor. Hayatın denklemi buymuş gibi...

 

**

16.12.2022 - 11:46

Birkaç hafta önce 2019'da yazdığım üstteki paragrafları okuduğumda, ne gibi bir olayın üzerine yazdığımı hatırlamıyordum. Ama şimdi hayal meyal hatırlıyorum, hayatımda bağıra bağıra bir şeyler değişiyordu ve ben bu değişimin öncesindeki zaman diliminde bir kabuğunu kırma sürecini yaşıyordum. Hani o bir şeyleri çok beklersiniz, olmaz olmaz da artık inancınızı sorgularsınız. Kötüdür ama artık olabileceğine inanıp da bir daha yanılmaya takatiniz yoktur. İşte o devredeydim. Şu anın temellerini atan zaman dilimlerini yaşarken yazmışım. Ne komik, şimdi de buraya dönmek üzere kullanıyorum; çünkü baya uzun bir süredir buraya dönemezken, nedenini de sorguluyordum. Şimdi öyle olması gerekiyordu diyebiliyorum... 


Geride bıraktığım son iki senede her gün ama her gün yazsam, çok dolardı buralar ve de defterlerim. Ama yaşamaya ihtiyacım vardı o sıralar. İzlediğim, okuduğum, gördüğüm, cesaretlerimle adım atıp hayata atıldığım zaman dilimlerini sadece yaşamak istedim sanırım. İçinde iken o günlerin çok sıkıntı çektim ve şimdi başka bir sıkıntı çekerken farkediyorum; hem gerekliymiş hem de bana baya şey öğretiyormuş...

Şu an iki sene öncesiyle benzer hallerimin içerisinde ne anlatmak istediğimi kavrayabiliyorum. Çok şükür ki... İki sene öncesini geride bırakabildiğime de seviniyorum. :) Hal ve hareketlerime, gel gitli tavırlarıma; bir inanıp bir inanmayarak, "ya olmazsa yine? ya düzeltemezsek bu düzeni?" düşünceleri içerisinde çok asabi olduğumu hatırlıyorum. 

Çok eleştiri almıştım çevremden; "şükürsüzlükle" bile suçlanmıştım, o an neden sabredemiyorum diye endişe ile kızmışlardı bana. Şu ev değişimimiz öncesindeki zaman diliminden bahsediyorum. Senelerdir 1 kat merdiven çıkarak asansöre ulaşabildiğimiz diğer evimiz bizi çok zorluyordu, ne o evden çıkıp başka yere oturabiliyor ne de başka ev alabiliyorduk... O zaman da buna inanıyordum, eleştiriler bana karşı çok haksızdı. Değişimimi de, sakinlemiş şu anki halimle duygularımı kontrol edebilmek olarak tamamlamışım gördüğünüz üzere... 


Şimdi gelelim tüm bu geçmiş bugün karmaşasından neden bahsettiğime; 


Zamanıdır demek istiyorum, çünkü başka hiçbir zaman diliminde buraya dönüşümü belli ki kaldıramayacaktım. Çok katıydım, çok dağılmıştım ve zaman içerisinde toparlandım aştım ve de daha fazlasıyla devam ediyorum. Böyle görüyorum; Buraya dönmememin de, şu anki sakinliğime gelene kadar yaşadığım gel-gitleri de yaşamalıydım...

Kendi üzerimden birkaç lakırdı ederek dönüşümü tamamlıyorum, gözlemlediğim üzere anlatılası çok şey biriktirdim yine. Sizlere bir kabullenmişlik cümleleri olarak söylüyorum bunları. Sizin de çok isteyip de yapamadığınız bir türlü olduramadığınız bir şey varsa eğer şu sözlerimi umarım dikkate alırsınız; kızgınlığınızı endişenizi ve kafa karışıklığınızı kimseye zarar vermedikçe doyasıya yaşayın. Eğer o günleri o karmaşıklığı yaşamaz iseniz, devam etmekte ve yol almakta çok zorlanıyorsunuz. 

İlk zamanlar bahsettiğim eleştiriler sebebiyle çok durdurdum içimdeki garip hisleri. Ama ben bastırdıkça onlar başka yerden patlak verdi; gereksiz yerde alınganlık etmeler, sinirini bir türlü bastıramamalar. Yani neyi zamanında yaşamazsanız, onu yaşamadınız için geri kalan her şeyi yok sayarak ona odaklanmanızı gerekli kılıyor hayat...


Şimdi tüm bu geçmişi ve bugünü birkaç paragrafla mı hatırladın derseniz eğer, bence bugünle bağdaşıyor. 

Hayatımda birkaç aydır yer alan kişilerle değişim evrenini yaşıyoruz. Onlar hayatlarına başka şekilde devam ediyor, ben de onların gittiklerini kabullenmeye çalışıyorum. İş hayatım hayalini bile kuramadığımı anladığım şekilde bana yetiyor ve de beni mutlu ediyor. Ama gel gelelim değişime çok müsait bir yapısı var. Sözleşmeler yok benim işimde, ekibimize katılan kişiler ne zaman gider ne zaman yol değiştirir veya ne kadar çalışır; kişilere bağlı tüm süreçler. Kendisine uygun olmayan durumları hayatlarından çıkarmak herkesin hakkı, ama benim istemediğim şekilde işlemiyor süreçlerimiz. Sabredemiyorum gibi hissediyorum bu ara, ne olacağını kestirememek hoşuma gitmiyor. (Gerçi son 4 gündür toparlanmış durumdayım, bunları da kabul ettim. Kabul edemediğim tek nokta, dürüst olamayanlardan yana!) 

Kişilerin sözleri ile tavırları birbirini tutmayınca, çok rahatsız hissediyorum kendimi... İki sene önce de, olmasını istediğimle olması gerekenin işleyiş süreci aynı bu şekilde yavaş ve de belirsiz idi. Orada da uğraşlar vardı ama insanlar ben kadar uğraşmıyor gibi geliyordu veya istemiyor gibi (öyle değildi oysa)... Şimdi için ise yine çok şükür kendimin ne istediğinden ve nasıl hareket etmem gerektiğinden çok eminim, ama değiştiremediğim durumlar için kontrol edemiyor olmaktan ötürü "beklemekten yana" biraz kendimi son 4 gün öncesinde çok strese soktum. Ama şimdi yine toparlanıyorum...


Velhasıl; Başlık o sebepten "Bir geçmiş bir bugün, hepsi bir bütün!" oldu. Geçmişte yaşananlarla şimdide yaşananlar birebir değilse de benzer şekilde işliyor. Bugünün de sıkıntıları çok yerinde, olması gereken ve benim çok şey öğrenmem gereken boyutta! Ama netlik yok bazı insanlara bağlı şekilde. Birkaç haftadır uykusuz gecelerim, ancak sabaha karşı uyuyabiliyorum. İçinden çıkamazmışım gibi hissetmiyorum ama biraz zorlanıyorum bu ay. Oldurmak için uğraştığım şeyler ve planlarım beklemediğim durumlarla sonuçlanıyor. Sonuç olarak bu da geçip gidecek ama stresi sıkıntısı şu an daha yüzeyde ve bu sefer doya doya bu sıkıntıyı da yaşamaya çalışıyorum.

Bu bloğa dönmeye ihtiyacım çok var, benden bağımsız gelişen insanların ve de durumların gözüme çarpan yanlarını yazmak çok istiyorum yeniden! Çok biriktirdim dedim ya, o sebepten bu dönüş yazısı olsun; kendi gözümden kendi durumumun tespiti niteliğinde. En kısa zamanda da bahsettiğim birikenlerden başlayacağım inceleme yazılarıma...

Şimdiki hedefim haftada en az iki yazı yazabilme seviyesine gelmek. Birkaç haftaya haftada bir olur belki ama sonrası mutlaka iki olsun bir an önce diye uğraşacağım... Didem'in Gözünden okuyucuları var mıdır oralarda bir yerde bilmiyorum, ama yeniden o okuyucuları buraya toplamayı başarabilirim umarım. Bunu gönülden istiyorum... Şu an bu yazıyı okuyan kişi, iyi ki varsın. Sevgiler... :)


16 Mayıs 2022 Pazartesi

Yeniden İzledim - Istanbullu Gelin

 

23 Ekim 2021 Günüydü, yeniden izlemeye başladım İstanbullu Gelin'i... Bu kararı birden verdim aslında, çünkü varolan dizileri kaldıramıyordu içim. İçlerinde zerre aile sıcaklığı yoktu, içerisinde zerre gerçeği barındıran bir his yoktu gibi hissettiriyordu. Bugün olmuş hala eskisi kadar duygu barındıran diziler yapabildiğimizi düşünmüyorum. Ciddi anlamda bu açıdan köreldiğimizi, teknoloji ilerledikçe insan ilişkilerini "kaoslardan öteye götüremeyen mutsuz senaristlerin" eline kaldığımızı görür olduk. 

Tabii izleyici kitlesi de bunu istiyor diye söylenerek yapıyorlarmış bunu, en azından eleştirenler bunun böyle olduğunu söylüyor. Peki eski dizilerin samimiyetini ve gerçekliğini arayan bizler, neden eski dizileri izlemeye başlar olduk?! Az bir kişi olduğumuzu da düşünmüyorum üstelik... Bir yerde aksini isteyen kişiler de var ise, onlara yönelik de bir içerik hazırlanması gerekmez mi? Klişelerden, utanç verici geliştirmeyen konulara sahip dizilerden ve kadın veya erkeği kötüleyen 7'den 70'e her yaşın izleyebileceği saatlerde yapılan şiddet içerikli dizilerden sizler de yorulmadınız mı? 


Neyse, şimdilik bu kadar. Konumuz "İstanbullu Gelin" adlı dizimizi yeniden izlediğim mevzuu... :) İyi okumalar.



Dizi 3 Mart 2017 günü ilk bölümüyle izleyicisiyle buluşmuş. İlk sezonu heyecanla takip ederken, ertesi sene kaçırdığımız bölümlerde olmuştu o zaman. Hele üçüncü sezon, en keyif aldığım sezon iken birçok sahnesini kaçırdığımı ama birçoğunu da yine Youtube'dan izlediğimi hatırlıyorum...

Bir bütün halde tüm bölümlerini izleyebilmek her koşulda en güzeliydi... :) 

Ekim 2021'de başlayıp, Nisan 2022 sonunda bitirdim. Aralık'tan Ocak sonuna kadar bıraktığım bir dönem oldu bir ara, ama sonra geri döndüğüm gibi her hafta izlemeyi sürdürdüm. Evde başka diziler izlenirken ben telefonumdan veya bilgisayarımdan Puhutv aracılığıyla izlediğim dizim ile örgü örmelerimi çok sevdim...

Yeniden izleyen çoğu kişi Youtube videolarında ilk sezon sonrası dizinin kötüye gittiğini söylüyordu. Ama benim gözümde ikinci izleyişimde senaryo açısından daha mantıklı ve de yerinde bir gidişat içeriyordu resmen. Sözünü etmeye geldim... Esma hanımın, gelini Süreyya ile ilk karşılaşmasındaki büyük kabul edemeyişini bile esas manada anlayamamış ve saçma bile bulmuşluğumu ben bu seneki izleyişimde kavradım zira.. :)


Değinmek istediğim konularım var; bu diziyi diziyi izlemiş kişiler olarak konuşalım olur mu öncelikle? Spoiler yedim, izlememiştim vs denilmesin... İzleyin gelin aynı fikirde miyiz bakalım! =)

Şimdi birinci bölüm, Dilara ve Süreyya'nın arkadaşlığının kaldırdığı şu mevzu var ki; Süreyya ile bir kahvecide tanışmış olan Faruk Boran, Süreyya'nın aklını karıştırmış diye Dilara arkadaşını çok çabuk onun isteği üzerine Uludağ'da bir otele gönderebildi. Şarkı söylesin diye. Bu duruma onun yakışıklılığı, parası ve de Bursa'nın kıymetli ailesinin en büyük oğlu olmasının gerçeği sebep oldu. Fakat düşünsenize, sizin arkadaşınız bunu yapsa kabul edebilir miydiniz? Ciddi anlamda soruyorum. Hayatı yolunda gitmiş, iyi bir adam çıkmış; hadi eyvallah diyelim. Ama adam ya psikopat, ya da tamamıyla başka amaçlar üzerine yapmış olsaydı böyle bir planı...

2017'den beri izlemeye başladığım zaman diliminde, bunu hiç sorgulamadığımı farkettim. 

Sonra arkadaşlıkları bunu kaldırabildi elbet. Faruk ve Dilara'nın plan yaptığı üzere gitti Süreyya Uludağ'da bir otele. Şarkı söyleme işi yoktu ama ikisi de kalıp birbirlerini tanıdı orada. Dilara yukarıda gördüğünüz gibi keyifle dinledi olan bitenleri. Cidden ben mi eski romantikliğimi yitirdim, yoksa cidden güven unsuru değil midir bu sizce de... Bu konunun beni rahatsız eden kısmına geleyim; Dilara hep Süreyya'nın bencil düşüncelerinden şikayetçi olurken, bu mevzuu hep söz konusu oldu. Süreyya bir kez olsun "Bizi sen bir araya getirdin!" demez iken, Dilara her kavgada Faruk'un da Süreyya'nın da hatalarında "Sizi ben bir araya getirdim, keşke yardım etmeseydim." dedi. =) Bu gözümden kaçamadı...





Şimdi üstte bahsettiğim konu eleştiri değil, değinmek istediğim bir konu idi. Dilara ile Süreyya'nın arkadaşlıklarının sağlam olduğu en sonda anlaşıldı, çünkü birbirinden isteklerini sona doğru anlayabildiler. O konu çok başka ve arkadaşlıklar kendi içerisinde birçok şeyi kaldırabılıyor oluyor. Geçiyorum orayı. =))

Şu Google aramasından aldığım üstteki ekran görüntüsüne bakın bir önce, resmen şampiyonlar ligi dedikleri cinsten oyuncu kadrosu çok kaliteli olan bir dizi. Açıp içeriğinde oynayan kişilere bir bakın, şimdilerde de çok başarılı kişiler. Birden fazla yerde görmüşsünüzdür, öncesinde ve de sonrasında olmak üzere... Hiçbir karakterin (en sevmediğim "Özgür" adlı karakterin bile) oyuncu seçimi yanlış değil. Sanırım İstanbullu Gelin'de en çok da bu noktayı seviyorum ve de sevmeye devam edeceğim... 

3 Mart 2017 günü başlayan dizi, 31 Mayıs 2019 günü de son bölümünün yayınlanması ile bitmiş. Esasında 31 Mayıs günü yazsam bu yazıyı güzel olurmuş değil mi! :) 


Bu ikinci izleyişimde, ilk sezondan beri farkettiğim en derin farkındalık "ben Faruk ve Süreyya aşkını içimde çok büyütenlerdenmişim meğer!" Benim zamanında izleyip de büyülendiğim aşkta, birbirini anlayan değil de birçok kez iki tarafın da hatalı olduğu noktalara gözünü kulağını kapatan iki deli varmış. :) Birbirlerini anlayacakken yıpratmış, basit kıskançlıkları ve sakladığı ciddi problemleri sebebiyle "seviyor ne olsa!" diyerek esir etmiş iki serseriyi izlemişim ve o zaman tek başıma da izlemiyor oluşumdan ötürü, tüm romantik yanıma tutunmuşum ve kabullenmişim... :) 

İzleyen birçok kişi benim bu üstte anlattığımı sonradan farketmiş biliyor musunuz? Misal Süreyya çok sevmiş ve bırakıp gelmiş ya tüm hayatını, Bursa'ya taşınmış 1 haftada karar verip; fakat Faruk zaman zaman bunda bir saçmalık sezermiş gibi, sahnede tanımamış gibi Süreyya'yı kendine esir etmek istemiş. Sonra Faruk kendisi de birçok duygusunu ve de geçmiş hikayelerini saklarken, Süreyya'dan hiçbir şeyi saklamasın diye "saklamadığı halde bile" kavga sebebi bulmuş kendisine. Beni en çileden çıkaran sahne ilk sezon sonundaki o sahne oldu yine, meğer ben hala aşamamışım bu sahneyi; çok net kabullendim! =)

Size hala aşamadığımı farkettiğim bir sahneyi anlatacağım öncelikle burada; Süreyya hamile kalmış, birkaç hafta öncesinde Amerika'dan Bursa'ya Faruk'un eski sevgilisi Begüm dönüyor. Sonra Süreyya'nın doktoru oluyor, o zamanın Bursa'sında tabi. Süreyya okul açıyor, oğlu Emir o müzik okulunun ilk öğrencisi oluyor. Begüm Faruk'a oğlunu getirdiğini anlatmasa da bir şekilde duyuruyor, Süreyya'nın hamileliği tehlikede diye yüzleşme öncesi sonrası sebepleri nedenleri hep saklanıyor. Sonra Süreyya bebeğini kaybediyor. Fakat işin garip kısmı, Begüm geldiğinde Süreyya'nın hamileliği tehlikede değilken, herkesin gözü önünde okulun açılışına gelen Begüm ama aileden kimse bundan yine Süreyya'ya bahsetmiyor...

Velhasıl, çok kızsak da bizim fettan eltimiz İpek 1. Sezonun son bölümünde bebeğini kaybetmenin bunalımındaki Süreyya'ya bunu duyurmak istiyor iken "kendine iyi davrandığı gerekçesi ile" vazgeçiyor. Ki odasına attığı çöp kutusuna bir şekilde yırtılmış fotoğrafın bir ucu ilişen Süreyya eşeliyor ve yatağında yapboz parçasını birleştirip, Emir'in Faruk'un çocuğu olduğunu ve tüm ailenin Begüm ile Emir'i kendisinden sakladığını aklında yaşanan tüm sahnelerle farkına vararak yaşıyor. O bebeğini kaybetmiş, sevdiği adamın bir oğlu olduğunun ama kendisinden "sanki Begümü hala seviyormuşcasına saklanan" ve kendini daha eksik ve çaresiz hissetme potansiyelinde olan kişiyi gözünüzde canlandırabiliyor musunuz? 

1. Sezonun son bölümünün son sahnesi; buradan izleyince beni anlayacaksınız... (Ben az önce yine burnum sızlayarak izledim, Aslı Enver o sahneyi yaşamış ve de yaşatmış resmen!) Yalan var, arkadan iş çevirme var, "ben senin hayatın riskte diye" derken aslında işine öyle geldiğinden sebep bir geçiştirme var. Belki gitmeseydi pişmanlığı bile var diye düşünebilmiştir, bu da var... Var da var; dahası da bence var. Ben hala Süreyya'ya söylenmesi gerektiğini düşünenlerdenim, ya siz? :))


Geldik İkinci Sezona; :)


Aslında şu an keşke bir tek yazıyla değil, sezon sezon anlatsaymışım diye düşünüyorum. :) İlk sezon sadece Begüm Faruk ve Süreyya konusu yoktu. Adem'in, Boran ailesinin gayri meşru 5. oğlu olarak, annesinin dolduruşuyla ölmüş babasının intikamını tüm Boran'lardan alma mevzuu da vardı. O kendinden emin aile olarak değil de, yaşayabileceği esas güzel hayatı elinden aldıklarını düşündüğü Boran ailesine büyük bir kinle geliyor Adem... 

Sonra evin en büyük oğluna aşık olarak evin ortanca oğluyla evlenen İpek'imiz var.. Fettan Elti ama Boran ailesinde yaşadıkları onu da pişirdi, tam kıvamında bir yaşamayı bilen kişi etti! :)

Sonra İlk sezonun Murat ile Badesi, İkinci Sezonda Amerika'ya çekip gittiler. Çok acıydı ki, Murat tüm serseriliğine Bade'yi alet etti. Ama sonradan çok sevdi. Bizim Türk dramamızda bu var; kendisini mahfeden erkekleri yine de sevmek, gerekirse tecavüzcüsüne aşık etmek! Çok ciddi söylüyorum, şayet Murat Bade'ye öyle bir şey etse idi izlemeyi bırakırdım diziyi ama o iş öyle değildi. Aksine Bade çok kalp ağrısı çekti ama Murat'ı da toparlayan kişi oldu... (: (Not; senarist bu kadar anlam yüklememiştir be diziye)

Neyse, Karakter demişken aşık olduğum karakter Esma Boran'a gelelim; İkinci Sezonda esas olarak Süreyya ile kapışmalarını izliyoruz. Bir an kabul eder gibi olduğu ilk sezondan sebep, Süreyya'nın çok zor da olsa boşanma yolundan dönüşüne çok fazla içerlenen kişi Esma Boran idi. Ona hayatı dar etmeye çok uğraştı, buna biraz da her defasında yanlış anlaşılmaya sebebiyet veren kişi fettan eltimiz İpek Boran idi... Neyse ki; "hiçbir şekilde hakettiğini düşünmesem de", aldatıldıktan sonra esas sevgisini de kaybedince anladı. Çünkü İpek'in de öğrettiği nokta şuydu; insanlara hayallerinize ulaşmak için basamak muamelesi ile yaklaşırsanız, daha sonrasında en çok canı yanan yine siz olmalısınız. Çünkü o maşayı tutan yine sizin eliniz... (Vay be, bana da bakın!)


Gelelim 3. Sezona;



Adem tüm azmini kullanarak Boran'ları da, aslında yeteri kadar kıymet vermediği Dilara ile evlilik hayatını da bitirdiği bir sezondan sonra; zor da olsa kayıplarını yaşayarak artık esas değerlerini öğrenmeye başladı bu sezonda. 

Annesinin kendini intihar etmesinin ardından, kendisinden sakladığı "babasının gerçek yüzü" olan kendisini sevmeye ve sahiplenmeye hazır olduğunu yazdığı mektupların gerektirdiğini yaptı. Boranlara zor da olsa samimiyetle yaklaşıp kardeş olarak girdi... Ama bu mevzuya gelene kadar; Fikret'in, Faruk'un, Süreyya'nın, İpek'in ve de Esma Boran'ın çok canını yaktı... Kim inanırdı, yine ona kendi gibi deli dolu Fikret inandı...

İpek ile Adem anne tarafından iki kuzen olarak, 3. sezonun şahlanıp kendini düzelten iki güzel karakteri halinde hayatlarını yeniden kurdu resmen. Dizi bu konuda ne anlatıyordu bence biliyor musunuz; "bakış açını değiştirirsen, hayatın değişir!" Ciddi anlamda bu böyle...

Gelelim dizinin en sevmediğim karakteri olan üçüncü sezonun sekreter Özgür hanımına... Bu konuda ok net şu algıya gıcık oldum, "evli de olsa seni sevebilir, şansını dene!" Bunu diyen arkadaşı vardı Özgür'ün... Bu konuya gıcık olmamın en net noktası "Bile bile buna yönelten kişinin zerre iyilik istediği yok. Bilhassa ateşe attığı kişiyi de arkadaş bellemiyor olmalı." Sizce de öyle değil mi? "Evli olduğu halde sana yanaşan erkekten uzak dur! Ciddi de olsa yarın öbür gün sana da aynısını yapabilir!" diyeceği yerde bunu diyen arkadaşından ne kadar samimiyet görebilirsin...

Özgür karakterini; duyduğu gördüğü ve bildiği her şeye rağmen, kendine iyi davranan bir erkeğe kendini güçsüz ve de sadece kendi beğendiği erkek tarafından sevilmeye uygun gören takıntılı bir kişi haline getirdiği için sevemedim. İş sebebiyle gittikleri şehir dışında, eşine atacağı mesajı kendine atmış olması sebebiyle "özür dilemek üzere" kapısına gelen patronunun dudağına yapışmasını da etik bulmuyorum. (Ohh anlattım rahatladım valla!) =)

Şimdi diyeceksiniz, ikisinin de üzerinde bornoz var; sözde toplantı sonrası masaj yaptırdılar ve odalarına döndükten sonra da eşiyle mesajlaşıyor idi Faruk beyimiz. Orada da üstünü giyip gitmesi icap ederdi. Bir de öncesinde de Özgür hanıma sınır çizmesini bilip, daha net kardeş bellediğini belirtmeliydi. İyilikten maraz doğdu resmen. Sürprize gelen Süreyyamız da bunu gördü işte maalesef ki... 



"Ayy Ne Anlattın Didem, Dolmuşsun Resmen!" diyen tüm okuyucularıma söylüyorum; şu yazıyı yayınladıktan sonra tekrar okuduğumda çok söylemek istediğim eksik bulacağıma eminim! =) (Bu bloğuma bir döndüm, pir döndüm diyelim biz)


Dilara'mızdan bahsetmek istiyorum; yeri geldiğinde tüm Boranları affeden eşi Adem, onu döven ve de türlü psikolojik şiddetler gösteren boşanmak üzere olduğu eski eşi Adem tarafından çok zor affedildi! Üstelik Adem, kendisini çok sevdiğini bildiği halde ve öfkesinden kininden sıyırmaya çalışan kişi olduğunu bildiği halde Dilara'yı tek bir koruma içgüdüsüyle "bebeğini aldırdığını söyledi" diye uzun süre affedemedi! Diyorum ya, en yerinde yalan söyleyen kişi idi. Çünkü Adem tamamiyle öfkesinin esiri idi. :) 

Üst kolajda, tüm Boran'ların bir arada İpek ile Fikret'in yeniden ve bu sefer aşkla barışmasının kutlandığı kutlamada "köşede müziği dinlerken o tabloyu seyreden Dilara var." Bu sahne bazen anlamlandıramadığımız hayatımızda çok saçma bulduğumuz kavgaların görseli resmen! Sizce de öyle değil mi? O Boranları her şeyiyle kabul etmiş, mutlulukla şakalaşan Adem'i izlerken; hala Adem ile barışabileceğini düşünüyordu. Hepimiz biraz Dilara'yız; en büyük fedakarlıkları gösterirken en çok yara alan ve en zor affedilen, bazen affedilmeyi geç yüzüne bakılmayan o en çok düzgün ilişkiyi hakeden kişi. Fakat ilişkiler kendinden vererek değil, alma verme dengesini koruyarak oluyor. Bunu da Adem kendine göre birini, kişiyi kullanmadan sevebileceği ve sevilebileceği birini bulunca ve de Dilara da gerçekten aşık olup kendine aşık olan biriyle evlenince anlıyoruz... =)


Esas Konumuza Gelelim;


Biz İstanbullu Gelin'i çok net olarak "kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğu yanında hiçe sayan", anne babasını sözü mutluluğu ve kararını "kendi kararını almaktan yoksunmuş" gibi kabul edip; "hep kendi sevdiğim kişiyle evlense idim nasıl olurdu?" diye pişmanlık yaşayan Esma Boran sebepli izliyoruz...

O sevdiği adama kavuşunca, kendi kurduğu kurallı dünyayı yıktığı andan sonra da; o yıkılmaların altından ailenin tüm erkeklerinin birer birer sağlamlaşarak, Esma Boran'ın yine de sevgi üzerine kurduğu üzere ailecek toparlanabilmelerini de izliyoruz... =) Öyle güzel bir hikaye ki, düşünün son bölümünün yayınlanmasından 3 sene geçmiş ve ben gelip size burada bana hissettirdiklerini yazabiliyorum...

Esma Boran'ın gençliğinden beri sevmekten vazgeçemediği Garip Boran'ın ölüm sahnesinden sonraki bölümler dahi güzel ve de yerinde idi. Zaten son iki bölüm kala vefatını izledik... Esma Boran'ın cenazesinin kaldırılışı da üst kolajda bir kısım olarak. Size şu ikilinin vedalarını içeren, atlatamadığım bir diğer sahneyi de bırakayım buraya madem; buradan izleyebilirsiniz, İstanbullu Gelin 84. Bölüm. Garip ölmüş ve genç hali bedeninden çıkıp Esma'nın gölgesinde yürüyor, sonra da konaktan çekip gidiyor. Sahne çok güzel çekilmiş, izleyin göreceksiniz... :)

Dilara'nın Adem'den olma oğlunu, Adem'in anne olamayacağını öğrendiği yeni eşiyle tüm anılarını paylaşmayı kabul etmesi sahnesi, yine 84. Bölümdü mesela. İzleyip de duygusallaşan anlar beni. Samimiyeti, güzel duyguları; affetmeyi, yeri geldiğini hissettiğinde kin gütmeden kabul edebilmeyi, sevgiyi, bir aradalığı anlatan çok değerli bir dizi... 

Benim için İkinci Bahar, Yabancı Damat, Aramızda Kalsın, Yedi Numara, Sana Bir Sır Vereceğim, Aşk Yeniden gibi dizilerle andığım özel dizilerden biridir "İstanbullu Gelin"...

İyi ki yeniden izledim, iyi ki benim için yeniden bir yazıya söz konusu da oldu da buralara bu vesileyle bence yeniden döneceğim! :) 

Bu vesile olsun, ben daha çok yazmaya devam edeyim buralara inşallah. Zira uzun uzun yazıp, gündem olmasa da geçmiş dediğimiz mevzuları konuşmayı bile çok özlemişim... Sıradaki dizim Yabancı Damat olabilir yeniden diyordum, belki bu sıraya erişmeyi hızlandırırım bu vesileyle. :)

Okuduğunuz için teşekkürlerimle; izlediyseniz veya siz de yeniden izlemiş halde bu diziyle ilgili bir şeyler düşünüyorsanız, yorumlarda görüşebilir miyiz? Konuşacak inanıyorum ki çok konumuz var! =)

Sevgilerimle...