21 Aralık 2015 Pazartesi

Aynı Dünyanın Ama Ayrı Düzenin Çocukları


Gözlerim neler görüyor ve her gün nasıl daha iyiyi beklerken "daha kötü günler bizi bekliyor" diyebiliyoruz; ayrı ayrı inanamamaya devam ediyorum resmen dünya üzerinde olanlara... Bu yazı 1 ay öncesinde gelecekti, ama kısmet olmadı. Dünya üzerinde o kadar acı yaşanırken, kendi dertlerimize de dalıp gidebilmemize de yer yer şaşırıyorum doğrusu. Vizeler geçen Pazar günü bitti, yorgunluğunu üzerimden hala atamadım. Zaman zaman buna da hakkım var mı diye düşünüyorum, güçsüzlüğüme rağmen...


Savaşlar, Acılar, Katliamlar var haberlerde günün her saatinde. Ve her birine üzülürken, çocuklarla ilgili olanlara içimin en derinine kadar sarsılıyorum resmen. Twitter'a isyanımı veya sorgulanacak taraflarını yazayım diyorum, artık 140 karaktere doğru dürüst sığdıramıyorum hiçbir şeyi. Kaldı ki, çocuklar hakkında ise, hiçbir şey sığmıyor oraya...


Bu yazının çıkış noktası aslında şu idi; 2 çocuk üzerinden, çocukların acı çekiyor olmasından duyduğum rahatsızlığı sizlerle paylaşmak. 1 ay öncesinden beri taslaklarda sadece ismiyle beraber bugünü beklemedeydi;

Bir Suriyeli kız çocuğunun feryadı vardı kameralar önünde, Suriye başbakanı Esad'a beddua ediyordu kız çocuğu; ailesinin sağ olup olmadığını sorarken. Evlerine bomba atılıyor, feryat figan herkes can telaşına giriyor. Ve helikopter yardımıyla yaralıları kurtarmaya geliyorlar sonra. Bir kız çocuğu çıkartılıyor enkazdan, yaralı halde. Önce can, sonra canan derler; bir çocuk iseniz bunun sırası daha da çabuk değişiyor bazen. Yaralı halde düşündüğü tek şey; anne-babası ve kardeşleri oluyor o kızın. Soruları sonrasında beddua okuyor minik yüreğiyle. O dudaklarıyla balon şişirmesi gerekirken, beddua ediyor içinden gelerek Esad'a. Acı çekiyor ve endişe duyuyor çünkü ailesi ve kendi adına. Aynı dünyanın ama ayrı ayrı düzenlerin çocuklarıyız, sırf bu hikaye sebebiyle bile... Videoyu ve haberi burada bulabilirsiniz...

Sonra aynı gün, bir başka çocuk izledim haberlerde; bir Fransız erkek çocuğu idi bu sefer. Paris'de yapılan katliamların ardından, katliamların olduğu yerlerden birine babasıyla beraber bulunuyordu anmalarda. Habercilerden biri gelip röportaj izni almış ve çocukla konuşmaya çalışmış. "Ne olduğunu anlıyor musun? Neden bunları yaptılar?" diye soruyor haberci, "Evet, çünkü çok kötüler onlar, çok kötüler." diyor çocuk. "Ve çok dikkatli olmalıyız, taşınmamız gerekecek." diyor ardından. Burada babası devreye giriyor, aralarındaki diyalog arzu edilen dünya adına umut verici oluyor. Silahlara karşı çiçeklerle kendimizi savunabildiğimiz dünya....

Baba; Korkma taşınmamız gerekmeyecek. Burası bizim evimiz

Çocuk: Kötü adamlar var baba

Baba: Evet ama kötü adamlar her yerde var.

Çocuk: Silahları var bizi vurabilirler, çünkü çok kötüler.

Baba: Silahları olabilir ama bizim de çiçeklerimiz var.

Çocuk: Ama çiçekler bir şey yapmaz ki. Onlar şey için...

Baba: Tabii ki yaparlar. Bak herkes çiçek bırakıyor. Silahlarla mücadele etmek için.

Çocuk: Korumak için mi?

Baba: Kesinlikle.

Çocuk: Mumlar da mı öyle?

Baba: Onlar dün hayatını kaybedenleri anmak için...

Çocuk: Buradaki mumlar ve çiçekler bizi koruyacak.

Bu konuşmanın ardından haberci tekrar soruyor; 

Haberci; Daha iyi hissediyor musun şu an?

Çocuk; Evet, şimdi daha iyi hissediyorum...


Fikir farklılıkları, barış isteyenler ile barışı asla savunmayan düşüncelerde olup bombalayanlar arasında ne kadar büyük değil mi? Bir yanda bombayı atanlar, diğer yanda Suriye'de ailesine bir şey olacak endişesiyle canı yanın kız çocuğu. Bir yanda katliamları yapanlar, diğer yanda oğluna kötülere karşı iyiliği elden bırakılmaması gerektiğini anlatan ve evladının korkusuna biraz olsun yatıştırıcı olabilmeye çalışan bir baba...

Türkiye'ye gelince; her gün anne veya babası ölen binlerce asker, polis, savcı, işçi, memur, öğretmen, ev hanımı çocukları... O çocukları gözlerinde yaşlarla izlemek hoşuna gidiyor olmamalı birilerinin! Daha etkili önlemler alınmalı, dur denilmeli. Oysa katlanarak artıyor böyle haberler... Çocukların masal dinlemeleri gereken yaşlarında, anne veya babalarının ölüm nedenlerini bir ömür unutturmayacak yöntemlerle akıllarına kazımaları hak mı? Sorguladığım bizleriz sadece, Allahım bu şeylerin hepsini bize sınav olarak veriyor bence. Çoğumuz da çıkartıyoruz dersimizi. Peki neden hükümet yetkilileri tüm dünyada tam olarak ders çıkartamıyorlar bu olanlardan? Tüm olanlar ülke yöneticileri tarafından bir oyun mu yoksa??

Sorarım size; acının en büyüğü neden en çok çocuklarda? Kader, kısmet, yazılmış olan bu diyeceksiniz belki de. Ama aslında yazılanı da bir noktada düzeltmek gerekmiyor mu bizler için bu noktada? Kaderi değiştirebilemiyor muyuz, seçimlerimizle? Tercihlerimiz hep mi acıdan yana? Aynı dünyanın çocuklarının ayrı ayrı çektikleri birbirinden büyük acılar, nereye kadar sürüp gidecek???


Ben bu iki haberi duyduğum aynı haber bülteninden beri unutmadım ve unutmak da istemiyorum. O yüzden aklıma gelmişken ve fırsatım da olmuşken yazayım istedim... Okuduğunuz için çok teşekkür ederim... Umudumuz çocuklar diyoruz ya hep, şimdiki dünya güzel bir gelecek bırakabilecek mi çocuklarımıza acaba!! 


Suriyeli Kız Çocuğu'nun haberinin kaynağını internetten bulamadım...

Ancak Fransız erkek çocuğu ile babasının haberine buradan ulaşabilirsiniz. Alıntılarken bu siteden yardım aldım...

14 Kasım 2015 Cumartesi

Teröre Lanet!


Dün gece yatmadan önce İnstagram'daki paylaşımlara bakarken öğrendim Fransa'nın Paris kentinde yapılan terör saldırılarını. Artık aklım iyiden iyiye almıyor, hayatlarımız masum insanların "devletlerin kavgaları" sebebiyle yok oluşlarını izlemek ve acılarımızın dinmesi için dua etmek ile geçiyor birkaç senedir. Ve özellikle bu senelerde de arttı bu durum. Bu seneye gelince; kabus gibi bir seneyi bitirmemize 1,5 ay kaldı ve böyle bir senenin geleceğini kim bilebilirdi ki?? Bilsem ve girmeme şansım olsa bu yıla, bu hakkımı kullanırdım sanırım hepimiz adına... Yazıma devam etmeden önce, Fransa'da ölen insanların acısını paylaştığımı söylemek isterim. Ve Dünya üzerindeki terörü dindirebilecek kişilerin bir yerlerden çıkıp tüm insanlığı kurtarmasını diliyorum, hepimiz adına...



İnsanlık öldü yine ama ne yazık ki bugün itibariyle ve her ölünün sevinicisinin ve seçicisinin bol olduğu gibi bu olayda da "ohh olmuş" diyen boldu bugün. Ben kendim utandım onlar adına yine ne yazık ki... "Ölü Seçici" kalıbını bugün okuduğum bir twitte gördüm ve her olayın ardından içime sindiremediğim olguyu tanımlayan bir tanım oldu bu bugün...

Şöyle anlatayım, içimde kalmasın; olay olur ve "oh olmuş" der biri, dersiniz ki "çocuğu vardı" der ki "orada olmasaydı..." Dersiniz ki, "masumdu" der ki "müslüman değildi". Dersiniz ki "İNSAN ÖLDÜ İNSAN, ÖLDÜRÜLDÜ ÜSTELİK" "Oh olmuş, onların ülkesi bize şunu yaparken iyiydi..." Diyecek kelime bulamazsınız bundan sonra, insanlık denen şey ölmüştür çünkü o anda... İşte aynısı bugün de oldu tüm sosyal medyada, "Fransızlar ölmüş, oh olmuş" denildi.

Ben kaç senedir bu olguya anlam veremiyorum işte. Büyük konuşmak olarak görülmesin bu; "Allahım beni "oh olmuş" dedirtenlerden eylemesin." Diye dua ediyorum hep... Benim inancımda, benim dinimde; öldür yazmıyor. Benim dinimde "Oku" yazıyor. Benim dinimde "Zorlaştırmayın, Kolaylaştırın" deniliyor...

Neyedir uzağımızda olan ülkenin insanlarına bile duyduğumuz bu öfke ve nefretin sebebi? Terörün dini dili ırkı mezhebi olmaz kardeşlerim, ölümün de olmaz dini dili ırkı! Bu ülkede Hrant Dink öldü zamanında, "Amaaan Ermeni idi" denildi. Bu ülkede Mehmet Ali Birand öldü, "Amaan suç işlemiş zamanında" denildi. Bu ülkede Ayna grubunun üyelerinden Cemil Özeren öldü, "Amaan sende, içki içmiş de ölmüş. Oh olsun." denildi. Bu ülkede Levent Kırca öldü, Zeki Alasya öldü, "Amaan dinsizin  teki idi" denildi. Ve bunlar sadece şimdilik hatırladığım... Ölü seviciler ve ölü seçiciler dediklerim bunlar işte. Hepsine "oh olsun" dediler de, bir Allah affetsin veya rahmet eylesin demediler. Oysa Allahın işine karışılmaz denir bizim dinimizde, es geçtiler...


İnsanlık bu değil benim bildiğim. Benim bildiğim insanlık her birlik olunması gereken zamanda, çelme atılan bir kimsesiz artık... Benim bildiğim insanlık, fillerin tepişmesi ile ezilen çimenler konumunda artık... 

Söylemezsem olmazdı bunları bugün, içim doldu doldu taştı çünkü yine. Ülkemizde olan terörün yanında, bugün de anlam veremedim işte her şeye. Din uğruna öldürmek nedir ya? Hangi dinde var bu, ben benim dinime de başka bir dine de yakıştıramıyorum ki... Ben içime sığdıramadım bunları, biliyorum ki benim gibi içine sığdıramayanlar da var dün olanları ve bugün yazılanları...

Batı ve Doğu diye ayıranlar milletleri, "Bugün buna ağlıyorsunuz, ya dün neden Suriye ile Irak'a ağlamadınız?" diyorlar. Kimin cidden ağlayıp, kimin ağlamadığını bilemezsiniz ki. Müslüman'a üzülüp, hristiyan'a gülmek değildir insan olmak. Her ikisinin haksızlığında da susmamayı bilmektir.

Hep söylerim ya bunu, ne demiş Hz. Ali "Haksızlık karşısında susan dilsiz yalandır!" Allahım bizi insan olmaktan geri koymasın inşallah... 

4 Ağustos 2015 Salı

Demişim Ve Hala Diyorum Ki; Kırma...

Taslaklarımdan bir yazı bu; 27.06.2015'te yazdığım, yayınladım sandığım ama bugün taslaklarda baktığımda yayınlanmamış bulduğum. Çok baktım ama bulamadım yayınlanmış halini. Demek ki cidden unutmuşum. :) Günümüz Türkiye'sinde, öyle sinirli hallerdeyiz ki, birbirimizi kırmamamız dileğimle...


Bu resmi paylaşmamın amacı var elbette, kimin ibadeti kabul olur kimi olmaz, bunlar beni elbet ilgilendirmiyor. Ben kendi inancıma ve Allah ile aramda olan bağlantıma bakanlardanım daha çok. Ama şu var ki, bu zamana kadar hep; "Kırılayım ama ne olur kırmayayım Allahım" düşüncesinde oldum. Kırıldıysam da, kırdığım kadar canım acımadı bu zamana kadar yani... 

Facebookta gördüğümde bu resmi, direk kaydetme gereği duydum. Çünkü tam da bu zamanlar, bu cümle üzerine söyleyecek çok sözüm var. Ama çok söze de gerek yok aslında; kırdım da elbet zamanında ama isteyerek yaptığım sınırlı sayıda idi. Kırıldığım için hoş göremediğim zamanlardan... Kırmanın acısı daha fazla geliyor bana nedense. Kıran kişiyi affedemesek bile Allaha havale edebildiğimizden ama kırdığımızda kendimizi affettirmekte epey zorlanıyor olmamizdan olsa gerek sanırım...

Ama benim ve benim gibi düşünenlerin aksine, kendine birilerini kırmayı alışkanlık edinmiş ve üstesinden gelmek için de hiçbir çaba göstermemiş olanlara kırgınım bu sıra yine. Geçen haftalarda kırıldığım yerleri çok düşündüğüm, dil yarasının unutulması zor oluyormuş yine anladım bu hafta. Sık sık rüya görür oldum, çoğunu kalktığımda hatırladığım ama ayılınca unuttuğum... Sonrası ne mi oldu? 2 gün önce bir rüya gördüm, kırıldığım tüm noktalardan rüyamda yine kırılıyordum. Çok hırslanıyor, çok sinirleniyordum. Hırsımı çıkarmaya uğraşıyordum. Sonrası şöyle oldu; sabah uykumdan uyandım ve o günden beri unutmadığım rüyalarım arasına girdi. En azından bir süre unutamayacağımı biliyorum, epey etkili ve gerçekçiydi... 

Bu Cumartesi'ye değin de şunu diledim hep; Allahım sen bilerek veya bilmeyerek kırdıklarımız tarafından affedilmeyi ve kırıldığımız noktaları affetmeyi de nasip et bizlere. Bu durum o kadar önemli ki çünkü; 2 haftadır bunu düşünüyorum ve affediyorum sanırım. Etkisinden çıkamadığım bir rüyaydı, rüyamdan ötürü hala korkuyorum esasında. Allahım cümlemizin yardımcısı olsun; kırılsak da kırmamayı diliyorum bizler için... 

Kırılsak da, kırmadığımız ve bu durumun vicdanından kurtulabildiğimiz günler diliyorum bizlere. Sevgiler... :)

Not: başlangıçta yazdığım tarihteki gibi, kaymadan veya azalmadan taslaklardan çıkartıp yayınladım. Yazıda belirttiğim gunler, o tarihe göre yazılmış günlerdir. :)

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Bazen Susamıyorum...


Gündemimizin en keskin zamanlarında, bir sessizlik kondurmaya çalışıyorum bir süredir kendim adına. Sağlığım için, psikolojim için, kendi kendimi yememek için... Olmuyor ama sabredebildiğim süre dolunca, bazen susamıyor ve başlıyorum konuşmaya yine böyle; içten gelen tabirlerimle... İçim hep iyilik olmasını istiyor, "kimsenin canı yanmasa" diyor...

Korkularımı endişelerimi ve olabilecekleri konuşmak yorucu da olsa konuşmaya başlıyorum, yeniden ve yeniden.... Ülkem adına ailem ve kendim adına korkuyorum yine bu sıra. Korkmayan var mı onu da bilemiyorum aslında. Birden bir eve bomba düşüyor, sonra hissiyatı tüm benliğimize yayılıyor. Evlat, kardeş, abi, baba, dayı, amca; her ne yere sahipse o kişi hayatında, senden biri de oluyor bir anda. Olması gerekenin o olduğunu bilen iç güdün ve vicdanın biliyorsun... Hangi kandan, hangi dinden, hangi taraftan olursa olsun; bir can sonuçta, yansın istemiyorum...

Çok konuşamayacağım yine aslında, ben yine üzgünüm içten içte. Hepimizde bir öfke, hala bir ayrım hala öleni kimliğine ve statüsüne göre ayırma çabası varken; umut dolu olamıyorum bazen. Evlattı, babaydı, kardeşti diyememe durumları... Üzücü, şehitlerimiz için de diğerleri için de. Hepsine rahmet diliyorum öncelikle, Allahımdan ise tüm ülkeme sabır diliyorum... 

Tekrar tekrar toparlamak zorunda kalıyorum bu sıra kendimi, güzel şeyler olacağına inanmaya ve dualarımı sıralamaya devam edebilmeme devam etmek için... Savaşları çıkaran devletler, canı yanan ise bizleriz. Bunu da hazmedemiyorum...

Ne dersem diyeyim; Aşkım Kapışmak'ın sözleri kadar anlatamayacağım kendimi, biliyorum. Savaşı çıkaran devletler, canı yanan ise bizler iken; bitiremeyeceğimiz gibi çoğaltmayalım isterim, içimizdeki kini, öfkeyi ve birbirimize yaptığımız her türlü saldırıları... İçinizdeki iyiye ve güzelliğe bakan tarafınızı konuşturun önce, öfkenize değil dua etmeyi tercih eden yanınıza kulak verin. Düşman olmak değil, bir olma zamanı şimdi. Bir arada yaşamak zor da değil, savaş olduğu zaman bir olan atalarımızı düşünelim. Yıllar yolu birarada yaşayan bizler değil miydik? Ne ara bu hale geldik biz, ne ara içimizdeki kötüye yenilir olduk? 

Önce içimize bakalım ne olur. Öfkemizi kontrol edelim, psikolojik çökertmeye yenilmeyelim. Bizi içten de dıştan da çökertemezler, yeter ki biz isteyelim. Sevgiler...

Not; Resim Aşkım Kapışmak Facebook adresinden alıntıdır. Yani Buradan... Anlatabilseydim, daha uzun cümlelerde Aşkım Kapışmak'ın söylediklerini söylemek isterdim. Kalemine sağlık Aşkım Kapışmak'ın... Bilirsiniz, çok severim kendisini... 

29 Haziran 2015 Pazartesi

Hazan Mevsimi Gibi Hissettiren Aşklar...

*Yine yazıyorum, gözümden ve gönlümden geldiğince...

Hazan mevsimi gibidir bazı aşklar; yarası kalır, kendisi bilinmez. Aşk demeye bin şahit aranır da olsa, somut kalır yüreğinizde yine de yangınının izleri. Oysa gerek yoktur yanmış bir evin anahtarına ihtiyaç. Yine de elinizde bir anahtar, yani kimsesiz bir demir parçası; yanar durur kendince ve kimsesizce. Gönül de aynı böyle işte; bir kez yandı mı, bir ömür kimsesiz ilan eder kendini. Ta ki; ya bir daha sevdaya bulanana kadar, ya da daha acı bir an ile karşılaşıncaya kadar.

Ve Hazan mevsimidir sizi yıkıp geçen, gelişi de gidişi de sendromlara bedel olan. Varlığı soyuttur ve derinden hissedilir. Ruhunuza işler etkisi. Rüzgarları getirir beraberinde; sıcakların ardından mest ederken yıkar geçer o da mevsiminin etkisiyle beraber. Ama eninde sonunda teşekkür edersiniz ikisine de; Hazan mevsimi sizi kışa hazırlar, Rüzgar ise fırtınalara. Kış gelir ve amaçsız kalmış gibi hissedersiniz iyiden iyiye. Oysa; size kalan tek şey, teşekkür edip, kaldığınız yerden hayata devam etmektir. Şimdi o yandığınızı sandığınız yerden unutmaya başlayın, o yaralara merhemini sürün. Aşkın sizi başka türlü ziyaret etmesi mümkün değil. Sevgiyi anlamaya çalışın.

Özdemir Asaf ne de güzel söylemiş hem;

Bir seviyi anlamak, bir yaşam harcamaktır.
Harcayacaksın... 




Harcanmalı yaşam, yaşamadım denmemeli diye söylüyorum bunu. Aşk da sevda da yaşanmalı dilediğince. Elbetteki özgürlüğümüzü yok etmeyecek derecede... Ve olmuyorsa da eninde sonunda unutulmalı kırgınlıklar, zor olsa da unutulmalı... Kırgınlıklara dalıp gitmemek gerektiğince kısa hayat. Hem de o kadar kısa ki; bir an önce toparlanmalıyım demeliyiz, belki de gönlümüze girmeyi bekleyen o kişiyi daha çok bekletmemek için. O kişi dediğim, esas kişi olmalı ama. Nasıl olduğunu bilmesem de, gerçek kişi geldiğinde "onun gerçek kişi olduğunu hissettiğini" söylüyorlar. Öyleymiş ki; ne başka yoruma ne de bir ispat aramaya gerek duyuluyormuş... Ben de buna inananlardanım doğrusu, hiç yaşamamış da olsam üstelik...

Kırgınlıklarını unut be insanoğlu, bunu yazan kişi olarak bende unutayım. Unuttuğum çok şeyi geride bıraktıysam da; minicik kırgınlığım kaldı içimde benim, haklı bir kırgınlık o da. Hazan mevsimi gibi gelip giden, karşılıksız ve ben gibi hissedilemeyen duyguları farkettikten sonra, ta ki o zamandan beri; biraz güvenemez, biraz kuşkulu hissettim aşka ve ilişkilere dair. Sadece karşılıksız sevdiğim ve sevilmediğimden değil de, herhangi bir ikili ilişkiye ve bir şeye duyduğum aşklarımı da bunlara dahil ediyorum ben.

Atlattığımı düşünüyorum, düşünüyorum da; nedense hazan mevsimi gibi içime çöreklenen eski anıların etkisi; düşünceli ve başka üzgün anların etkisi altında iken, topluca doluşuyorlar aklıma. Bu sıralar böyle geçiyordu günler, geldi geçti yine tüm hazan dolu duygular... Ama etkisi zihnimde kaldı, düşüncelerimde deli deli dolaşıyorlar işte. Üstelik yaz vaktinde... 2015 yazı bu açıdan biraz kötü geldi bana işte...

Diyeceğim o ki; Hazan mevsimi gibi hissettiren aşklar'ı düşündüm bu sıra, ilişkileri de tabii ki... Ve epey yoruldum. Sadece aklıma geleni yazmaktan çok, bir şeyler yapabilmeye uğraşıyorum. Uğraşırken de bir anlık boğuluyor gibiydim. Sanırım yeni yeni toparlanıyorum. Yeniden hissetmek istediğim bir his "Aşk". Konuşmak değil de, düşünmek istediğim bir duyguydu bu... Yol alabildim mi bilmiyorum, yapmam gereken değil sabretmem gereken nokta bu. Bazı şeyler illa ki zamanı geldiğinde gerçekleşebiliyor, biliyorum artık daha iyi. Sadece, kendimi her ana hazır hissetmeye çalışıyorum. Sürprizler, mucizeler zamanı gelince gelsin bizlere dilerim...

Mucizelere inanıyorum ve nedense içimdeki garip duygulara da beklentisiz bir mucize bekliyorum. Herkesin garip karmaşıklığa girdiği anlar vardır, bu da benim için böyle işte... Sevgiler. :)

Not; Baştaki iki paragrafı, wattpad'de amatörce yazmaya ve yayınlamaya başladığım hikayemin 2. bölümünün sonu için yazmıştım. Okumak isterseniz eğer, buradan okuyabilirsiniz. Umarım yorumlarınızla beni şenlendirirsiniz. :)

24 Haziran 2015 Çarşamba

Yavaş Loris'lere Yapılan Eziyetlere Dur De!



Yavaş loris adında üst resimde bulunan primat hayvanın, gıdıklama adı altında videolarının dolaştığını biliyor musunuz? Ben dün izlediğim videoda görünce hatırladım, sanırım bir kere görmüştüm. Ama bende gıdıklanıyorlar diye inanmıştım. Ancak bir gerçek varmış ki, bu hayvanlar gıdıklanmıyorlar acı çekiyorlarmış.

Dün bir videoya denk geldim Facebookta, Gıdıklanmıyor, acı çekiyorlar deyince dikkatimi çekti. Yavaş Loris adı altındaki bu hayvanlar...

Sırf internette dolaşan videolar sebebiyle, bu vahşi yavaş lorislerin ticareti yapılmaya başlamış. Yani videoları gören insanlar, bu vahşi doğanın hayvanlarını beslemek istiyorlarmış. Bunlar istediği için de, ev ortamına hazırlanıyormuş bu hayvanlar; Canlı canlı dişleri sökülüyor ve üst üste kafeslere tıkılıp doğal ortamlarından koparılıyorlarmış. Yaşayan yaşıyor, nefes alamayan da ticaret sırasında ölüyormuş.

Peki sırf biz insanoğlu ticaret kafası adı altında olduğumuzdan, bu hayvanlara bu acıları çektirmeye hakkımız var mı? Sende elbette hakkımız yok diyorsan; Lütfen Buradan siteye gir ve videoyu izle. Bu zulüme dur demek istiyorsan videonun altında imzanı ver. Hiçbir canlı acı çekmesin; onun canını insanoğlu vermedi, insanoğlu almasın! 

Hiçbir canlının yaşama hakkının sabote edilmediği bir dünya dileğimle, Sevgiler...

22 Haziran 2015 Pazartesi

Babaannem Derdi Ki...


Babaannem derdi ki:

"Yarini, yarenini iyi seç kızım...
İtle yatan bitle kalkar...

Gerekirse yalnızlıktan korkma,
sadece kendine tıngırdat yaşamın telini...
Dostun postu eskimez de
ederinden fazla değer verdiğin
yüzünün astarını
çabuk yırtar..."

MERAL DEMİR
S/ÖĞÜT-Babaannem Derdi ki isimli kitabından
İkinci Adam Yayınları



Üstteki satırlara, geçtiğimiz Cuma günü Facebook'ta Yediveren Yayınları'nın sayfasında gezerken denk geldim. O Link burada... Öyle garip ve öyle anlamlı geldi ki bu satırlar, bende alıp not etmiştim buraya. Aklıma gelenleri yazacaktım ama kısmet olmadı. Şimdiye gelirsek aklımdan neler geçiyor diye; Sarıp sarmalıyor bence böyle öğütler, öncelikle içimden bu geçiyor haftanın ilk gününde...


Yalnızlıktan, yalnız kalkmaktan korkuyoruz. Yaşamın telini tıngırdatacak bir eş arıyoruz kendimize, bu empoze ediliyor gelişimizden itibaren belki de. Ya da bir kuş kadar hür olmaktan korkuyoruz; mutlu olmak da, özgür olmak da korkutuyor bazen bizi. Nedenini bilmiyorum, bazen ben bile korkuyorum. Birine bağlı olmamak garip geliyor, çünkü tutunacak bir dala mutlaka ihtiyaç duymalıymışız gibi; garip hisler içine giriyoruz çoğu zaman... Oysa yalnız doğuyoruz, bir bedende tek ruhla yaşıyoruz ve yalnız ölüyoruz...

Babaannem Derdi ki; bir kitapmış ve üstteki satırları okuduğumdan itibaren okumak için heveslendiğim bir kitap oldu kendisi. Her öğüdü değil de, bazı öğütleri almak istiyor bazen insan. Öğütler o kadar da kötü değil kimi zaman. Bundan 6-7 sene önce Susanna Tamaro'nun Yüreğinin Götürdüğü Yere Git kitabını okumuştum. O kitapta da, bir babaannenin torununa yazdığı mektuplar vardı. Hoşuma gitmişti, yaşanmışlıklardan gelen olgun öğütler. Yüreğimin Sesini Dinle kitabını okumak istemiştim sonra ama kısmet olmadı henüz. Şimdi bu tarz okumak istediğim kitaplar arasına bir yenisi daha eklendi...


Öğütte sevilir mi diyeceksiniz belki. Diyorlar ki; öğütler insanın kendine gerçekleştiremediği şeylerin tavsiyesidir bazen. Bence her alanda değil bu. Bazı öğütler, samimi ve gereklidir. İnsana güç verir, yalnız olmadığını hissettirir. İyi olmalısın güçlü olmalısın demek bile, o kadar iyi hissettirir ki bazen. Çünkü kimi zaman farkedersiniz ki, kendinize söyleyebildikleriniz işe yaramaz. Bazı zamanlar gelir, "şu an iyi olmamam gerek" diye hissedersiniz. İşte o anlarda, asıl ihtiyacınız olan tek bir öğüttür...

Böyle öğütlere ihtiyacım var; kitaplardan, hayattan, dostlarımdan. Ve öyle kişiler iyi ki var; ne kötü hissettiriyorlar, ne de yalnız... Sadece ve sadece, dünya üzerinde yalnız da olsan güçlü olabileceğini hissettiriyorlar. Yalnız olmak bana göre kimsesiz olmak değildir, bir dostunun veya bir irtibat kurabileceğin kimsen bile olamamasıdır. Ben ailemin de dostlarımın da beni öğütleriyle güçlü tutturmalarından mutluyum. İyi değildim dün biraz, ama şimdi iyiyim. 

Sabaha uyandığımda nasıl uyuduğumu ve nasıl uyandığımı anlamlandıramadığım bir gündü, ama gönlünden geçenleri ben sakinleşince ve daha iyi olunca okuyabilmem için yazan biri vardı; telefonlarımın bildirimlerinde gördüğüm. O kişi ve böyle kişiler iyi ki var. İyiyim ve daha iyi olacağım dedirtebiliyor. Güçlüyüm ama daha güçlü olabileceğim diye hissettirebiliyor. Allahım eksikliğini vermesin dostlarımızın, yalnızlığımıza da kendimize de sabredemediğimiz zamanlarda bize sabreden dostlarımızın... 

Sevgiler, mutlu haftalar.. :)

28 Nisan 2015 Salı

Geçmişe Hoşçakal De...

Geçmişteki güzel anılar haricinde, yaptığım hatalarıma hoşçakal diyeli çok oldu. Unuttum diye değil, kafama takmamaya başlayalı çok oldu. Yıl olmuş 2015, en çok utandığım hatalarımı yapalı 7-8 yıl geçmiş aradan mesela. Keşke söylemeseydim dediğim sözler, birilerini ikna etmek için boşuna çaba gösterişlerim, keşke orada bulunmasaydım dediğim anlar... Bunların hepsine 7-8 sene önce "DUR" dedim. Ve çok şükür, şu anımı yaşayamayacağım boyutta bir kötü anım olmadı da kendime, 7-8 sene öncesinden bile...


Fakat yine de; söylemeseydim veya yapmasaydım dediğimiz sözler ve uğraşlar düşünceye sokuyor insanı geçse bile. Sürekli aklına geldikçe, geçmişe hoşçakal demek gerekiyor yine de. Bu; aklına geldikçe geride kalmış ve toparlanamayacak kırgınlıkları affetmek gibi biraz... Affetmek ile ilgili yazdığım yazımı burada bulabilirsiniz...

Söz uçar yazı kalır derler; ama bazen kendinizin söylediği sözü, siz bile unutamazmışsınız. Aslında hissettiğimiz daha önemlidir işte bu sebeple her açıdan. Benliğinize hakeret olabilecek sözler veya davranışlar içine girdiğiniz an, "ah, keşke" diyorsunuz ya kısaca... Boşver işte o keşke'yi, at gerilere gitsin. Ne olsa kaldı geride...

Küçüktüm, beni kıranı kırmaya çalışıyordum bende. Hatırladığım ve pişman olduğum şeylerin başında idi bu unsur. Oysa beni kıranı bile kırmamamın gerektiğini sonradan anlayacakmışım. Birkaç hatam oldu böyle... Bir de olmadık ispatlama hallerine giriyordum mesela, oysa ne yaşıyorsam dışıma onu sunmaya çalışan biriydim hep. Buna rağmen yaptığım veya yapmadığım şey için, ispat isteyenler oluyordu. Bunu da yapmamalıymışım...

Hayat karmaşık bir döngüye sahip sanırım. Kırma kırılırsın derler; kıranı da kırma, daha beter yara alırsın bence. Öyle ya; kırılmanın acısını biliyorsun, içinde onu saklıyorsun. Aynı şekilde yaralamak, kendini de yaralamakmış... Bir de ispata gerek duyulduğunu görmen, aşağılayıcı bir şeye sahipmiş. Geç oluyor ama mutlaka anlıyorsun...


Çok şey anlıyor insan işte büyüdükçe;

Kırıldıkça kırmamak gerektiğini, hiçbir işe yaramayacağını...

Gönlünün istediğinin sadece sevgi olduğunu ve karşındaki sevmese de sen gibi, senin ona olan sevginle de yetinebileceğini. Öfkenin ve nefretin ise egodan geldiğini, yani kalple ilgisinin asla olmadığını...

Ağzından çıkacak bir sözün de yazı kadar geri dönülemez olabileceğini. O sebeple, şanslı isen affını yapabileceğini... Ama yine de, düşünmeden tartmadan konuşmaman gerektiğini...

Birilerine bir şeyler ispatlamanın gerekli olmadığını, aksine ispatlamanın kendine hakeret olduğunu. Ve aslında sana inanmamayı seçenle yollarını ayırman gerektiğini...

Birçok hatanın başının, kendine haksızlık ve hakeret etmekle ilgili olduğunu öğreniyor insan mesela.

Bir de kırdıklarından özür dilemenin seni bitirmediğini, aksine yücelttiğini... Beklediğin özürün gelmemesinin ise, aslında çok da büyük bir mesele olmadığını. Hatasını anlamayıp tekrarlayanı, es geçip yoluna devam etmen gerektiğini.

Ve buna benzer nicesini...


Dün ve bugün geçmişimde yaptığım hatalara hoşçakal derken yeniden, Nil Karaibrahimgil'in yazısında da önerdiği gibi; KENDİMİ SUÇLU HİSSETMİYORUM, GEÇMİŞ GEÇMİŞTE KALDI! demek istedim bugün. (Nil Karaibrahimgil'in Hürriyet gazetesinin internet sitesinde yazdığı dünkü yazısı ise, burada... Öncelikle okuyabilmek için, üyelik almanız gerekiyor...)

Geçmişte yaptığımız hatalar büyütüyor bizleri; unutmak değil ders çıkarmaksa olay, dersimi aldım çok şükür. Doya doya yaşadım küçüklüğümü, kendimden başka kimseyi büyük derecede yaralamadım. Kendimi kırdım, çocuksu davranıp küçükken kendimi üzdüm ben... Geçmişi uzak ya da yakın tutmak bizim elimizde. Başkalarını affettikten sonra, kendimizi de affetmeyi ihmal etmeyelim. :)

Unutmadan bir güzel söz ile veda etmek isterim; Oprah Winfrey demiş ki "Başıma gelen her olayın sevgiyi, korkuya tercih etmem için bir fırsat olarak yaratıldığına inanıyorum..." Ne güzel demiş ama... Sevgiler. :)


Not; Resimler bugünün (28.04.2015-Salı) gökyüzünün ruh halinin, benim tarafımdan çekilen fotoğraflarıdır... 

24 Nisan 2015 Cuma

Affetmek Yenilmek Değil, Kazanmaktır..

Bazen öyle hal alıyor ki gönlünüz, düşününce bir şekilde affedemediğiniz olgular düşüyor içinizdeki mahkeme salonuna...Dün kandildi. Ve ister istemez hepimizin içinde muhakeme vardı yine kendince. Kim düşünmüyor ki şu koca dünyada kırgın olduğu kişilerin neler yaptığını? Bende dün böyle bir muhakeme içindeydim işte yine...



Dün düşünüyordum kendimce, eskiler düşer ya insanın aklına böyle anlarda çoğunlukla. İçimde cidden yendiğimi düşündüğüm kırgınlığımın kırıntıları çıktı o sırada. Düşündüm, kurdum ve sonra; "öfkemi veya kırgınlığımı yeniden kendimce düşünüp dursam da ne işe yarayacak ki" dedim yeniden.

Ama insan düşünmeden duramıyor bazen ya; kırgınlık geçse de, o kırgınlığın bile garip anısı kalıyor insanın içinde... Kendimce muhakeme yaptığım zamanlarda yazdığım birkaç yazıyı açtım okudum işte dün böyle bir anda... Farkettim ki yeniden; ben gönlümü hiçbir şekilde kötülük düşünmeden açtığımdan sonra acımasızca kırılışıma değil, kalbimin kırgınlığını umursamamaya çalıştığım için düşünüyordum ve bazen düşünüyorum hala...

Oysa, öfkeyi duyan kalbimiz değil, beynimiz. Kötü hissiyatlar içine girerek, kendimi savunduğum ve onun ya da onların yaptıklarını yüzlerine vurduğumu düşünüp içimin ferahladığını düşünmem, hepten yanlış ve saçma... Yeniden ve yeniden bunu düşünüyor ve anlıyor oluşum da hala garip geliyor.

Kalbimin istediği; kırıldığı için kırmak veya öfkesine yenilip zorla farkına vardırmak değil. Kalbimin hep ama hep hissettiği, güçlü olabileceğine ve kırılsa da tamir edebileceğime inanmaktı. İnanıyorum ki hepimizin kalbi böyle istiyor, güçlü olduğuna inandırılmak...


Velhasıl; dün bir kırgınlığımı hatırladım ben, kendimce düşünürken yine. Neye kırıldığımı da nasıl hissettiğimi de hatırlıyorum hala, elbette eskisi kadar olmasa da. Ama sanırım canımı yakanın neden olduğu şey şu; nasıl hissettiğimin kırıntılarını ara ara da olsa su yüzüne çıkarmaya devam etmek. Düşündükçe yapmam gerekenin taşıdığım kırıntıları da hatırlayarak affetmek olduğunu düşündüm dün yine. Affetmek bir tek iyi ediyor çünkü bazı kırgınlıkları. Affetmek kalbimizi sakinleştirebiliyor. Benim için durum aynen böyle oldu...

Ben dün birini içimde yeniden affettim; kırıntılarının kaldığı yerleri de affettim, affettiklerimi de tekrar affettim içimde. Kırılan kalbimi önemsediğim için, tekrar yineledim... Öfkemi büyütmek sadece bir daha kimseye güvenmememi sağlayacak daha çok, biliyorum... Çünkü; hayat bir daha güvenmemek için de, yeniden kırılmamak için sakınmak için de kısa...

Ben dün bir kez daha affettim, en saf ve en savunmasız yerimden beni düşünmeden 3 kez kıran bir kişiyi. Şimdi düşünüyorum da yine, en doğrusunu yaptım yine. Geri dönüşü olmayan bir kırgınlıktı benimkisi affedemediğim zamanlar, sonu ne yapılırsa yapılsın tamir edilemeyecek bir türden güvensizliğe çıkan... "Affettim, ferahladım." diyorum şimdi.

Ve şimdi hissediyorum da, o da beni kırdığı yerden kırılmaya devam ediyor. Kıran o, kazanan ben. Yine de dilerim daha fazla kırılmasın. Böyle farkına varacaksa da kırgınlığımın, hiç farkına varmasın...

Ve artık iyice biliyorum; Affetmek yenilmek değil kazanmaktır. Ben kendimi kazandım, yüreğimin yanılgısı değildi öfkemin getirdiği kırgınlığımın eseri. Affedebilmemiz ve büyük kırgınlıklardan bile ders çıkarabilmemiz dileğimle... Sevgilerimle...

23 Nisan 2015 Perşembe

Merhaba Desem, Yeniden...


Yazamaz oldum bir süredir, okumaya da yazmaya da fırsat bulamayışıma bağlıyorum bunu bir süredir. Aklıma gelenleri not alıyorum bir köşelere hala, ama eskisi gibi değil. İçimden gelen neyse; yazıyorum bir köşeye. Ve daha sonra düzenleyip atıyorum bilgisayarıma ya da tuttuğum defterlerimden birine...

Ama şu doğru ki; eskisi gibi okuyamadığım için, eskisi gibi de yazamıyorum. Mesela eskisi gibi yazıyorum bir bakıma hala ama, bu bloğu açmama sebep bildiğim duygularımı anlatamaz oldum resmen... Ve okuyorsam da hala, istediğim gibi kitap okuyamıyorum geçtiğimiz yazdan beri. Bu sıra olacak ama, havaların açmasını da toparlanmama fırsat görüyorum.


Bu bloğu şunlar için açmıştım mesela; hayallerime dair içimde beni yazmaya iten hislerim, geleceğime dair veya şu an için hissettiklerim ve dileklerime dair, edebi veya değil, yazma isteğimden ötürü hareket ederek. Başlangıçta bunlardı beni yazmaya iten... Ve bir de söyleyemediklerimi dökmek vardı aklımda, ki hala var...

Bu bloğumun Yıllar Geçerken adlı bloğumdan farkı, hislerimi de hayallerimi de daha ön planda ve belki de sadece hayallerimi göz önünde bulunduracak olmamdı... "İkinci bir blog, bu açıdan fena olmaz." demiştim.

İşte bu sebeplerden yeniden merhaba desem buraya? Çünkü yazabileceğime ve daha çok fırsat kollayacağıma dair içimde bir his var. Ki bir başlarsam, devamı gelecek yeniden biliyorum. Didem'in Gözünden dedim ben; iyi dileklerim için de, sitemlerim için de, hayallerim ve geleceğime dair de... Bakalım neler göreceksiniz, benim gözümden...

Kısacası, Yeniden Merhaba. Ben geldim... En kısa zamanda yeniden görüşmek üzere, Sevgiler Didem KÖSE. :)


Bundan önceki son yazımı Şubat ayında yazmıştım, o yazımı burada bulabilirsiniz...
Esas bloğum Yıllar Geçerken'in adresi ise, yillargecerken.blogspot.com'dur... :)

27 Şubat 2015 Cuma

Mahatma Ghandi'nin Duası...

İnternette zaman zaman dolanan bir dua var, bilmem bilir misiniz? Mahatma Ghandi'nin duası. Mahatma Ghandi kim ki demeden önce, duasına göz atın derim. İyi insan dediğimiz olgulara sahip olma arzusunu içeriyor dua...

Bir Cuma vakti, sizlerle paylaşmak istedim bende. Tüm Dünyanın içinden çıkamadığı şiddet olgusunu, aslında herşeyin kendimizde başladığı ile anlatıyor Ghandi duasında... Ne zamandır bilgisayarımda duruyor bilmiyorum. Ama her açıp okuduğumda, ettiğim bu dua da beni rahatlatan dualarım arasında. Çünkü iyi olmak adına istekleri sıralamış, Mahatma Ghandi... Yargılamadan yaşamak, mutlu ve iyi olabilmek için, içimizden iyileştirmeye başlamak dileğimle. Hayırlı Cumalar...


( Göze göz, tüm dünyayı yok eder. ) 


ALLAHIM…

Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek, zayıfların ise alkışını ve sevgisini kazanmak için yalan söylememek için bana yardım et.

Eğer bana para verirsen, mutluluğumu alma ve eğer bana güçler verirsen, muhakeme yeteneğimi çıkarma.

Eğer başarı verirsen, alçak gönüllüğü; alçak gönüllülük verirsen, saygınlığımı çıkarma. Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.

Benim düşüncelerime katılmıyorlar diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.

Kendimi sever gibi diğerlerini sevmeyi ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi yargılamayı öğret bana.

Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuna izin verme, ne de başarısız olursam umutsuzluğa düşmeme. Başarısızlığın, başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.

Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü; intikam arzusunun ise zayıflığın ilk görünümü olduğunu öğret bana.

Eğer beni paradan yoksun bırakırsan, umudu; başarıdan yoksun bırakırsan, başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü ver bana.

Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bırak. 

Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme; eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücü ver bana.

ALLAHIM…

Eğer seni unutursam, sen beni unutma! Amin.


Not; Mahatma Ghandi; Hindistan ve Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri. Gerçek ve kötülüğe karşı aktif ama şiddet unsuru içermeyen direniş ile ilgili olan Satyagraha felsefesinin öncüsüdür. Bu felsefe Hindistan'ı bağımsızlığına kavuşturmuş ve dünya üzerinde vatandaşlık hakları ve özgürlük savunucularına ilham kaynağı olmuştur. Devamını, Vikipedia sayfasından okuyabilirsiniz... Mutlu günler dilerim hepimize... :)

4 Şubat 2015 Çarşamba

Gidişler Başlangıçtır Aslında...



Ondan bana kalan yassı bir taş parçasıydı, kumsalından koparılmış somut bir parça.

Şöyle demişti avuç içime koyarken, "Bu taş yokluğumda beni sana hatırlatsın."
Gidecegini o zamandan belli etmişti belki de...

İhtimalini bile düşünmek istemeyen güçsüz yüreğim sormaya cesaret edemedi o zaman; "Gidecek misin beni varlığına doyurmadan?" diyemedim...


Neyi öğrendim biliyor musunuz gidişiyle? "Hiç gitmez gibi kalanlar bile gidermiş, hiçbir mantık çerçevesi bırakmadan hem de..." Hayat gidenlerin ardından bakmayla sürüp gitmezmiş her zaman. Hep derim ki, "Gidene dağ dayanmaz, önünde durmaya değmez..."

Son değildir birinin gidişi, olsa olsa bir başlangıç olmalıdır. Sebebi ise belli, her giden yeni bir hikayenin açılmasına sebep olur hayatımızda. Ve öğreniriz doya doya, gidenler mutlaka bir ders bırakıp gitmişlerdir hayatımıza...

Bunları anlamam mı? Elbette uzun sürdü biraz. Önemli olan ders çıkarmaktı ama bence. Demişki Abdülhak Hamid Tarhan; "Felaket gibi hoca az bulunur." Bize felaket gibi gelen herşeyin sonunda, toparlanmadık mı bunca zaman? Allahım beterlerinden saklasın herşeyin...

Sevgiler ve saygılar... :)

30 Ocak 2015 Cuma

Yeniden Merhabalar...

Yazdım yazamadım derken, burayı epey boşladığımı anladığım anda mola vermiştim buraya yazmaya geçen sene. Yeniden Merhaba demem o yüzden.



Bugünden itibaren ve yeniden; benim amatör hikayelerimi ve bazen de bloğumdan ayrı tutmak istediğim düşüncelerimi okuyacaksınız inşallah buradan. Geçen sene gerçekleştiremedim bu isteğimi birçok sebepten ötürü, bu sene gerçekleşecek inşallah bu hayallerim de. Neden illa burada da derseniz, bazen bazı düşünceleri ayrı tutmak isteyebiliyorum bende.

Hayatıma ve bana dair her türlü yazılarımı bloğum: yillargecerken.blogspot.com'da yazıyorum ve yazmaya da devam edeceğim. Ama bazen de, bazı amatörce hikayelerimi ve düşüncelerimi kendi fikrimce burada da yazmak istiyorum. Özellikle de amatör hikayelerimi...

Belki küçük görünen ama benim için büyük girişimlerime tanık olabileceğinizini düşündüğüm başka bir yer burası... Yeniden Merhabalar, bol yazılı günler diliyorum hepimize. :)


Not; Geçen sene buraya ilk yazımı yazdığım zaman da açıklamıştım, burayı daha çok hayata dair herşey diye görmek istediğimi ve benim gözümden de okumanızı istediğimi. O yazım ise, burada.. :)