28 Ekim 2018 Pazar

Ben Entrikaya Doydum! - #Dizilerimiz


Bir ara bu bloğumda da yine yazmıştım, gündemde olan zalimlikler ve eziyetler beni derinden sarsıyor. Bunlardan uzaklaşmanın yolu da birçoğumuza kitap okumak ve film izlemek olarak yansıyor. Hayat maalesef devam ediyor ve delirmemek için de elimizin altındakilere yönelmek gerekiyor. Türk dizisi de izliyorum filmi de doğrusu, ama bazen ben de çok bıkıyorum entrikadan. Ötesini yapamayan bir ülkeyiz maalesef, gelir durumumuz ortada; ne konsere ne de tiyatroya çok gidebiliyoruz. Ben operaya hiç gitmedim ve dans gösterisine gitmeyeli de çok uzun zaman oldu.

Tamam, benim durumum apayrı; engel durumum sebebiyle gidemiyorum uzun zamandır tiyatroya veya sanat içerikli birçok programa. Okul zamanlarını bu açıdan çok özlüyorum işte; senede birkaç kez tiyatroya gidebiliyorduk en azından, bir gösteri seyredebiliyorduk falan. Umarım yakın zamanda yine olur bu istediklerim, eskisi gibi yarı sosyal halime dönebilirim zamanla da... Hele bir ayaklanayım da, yapacaklarım listesinde bunlar da var... :)

Ama diğer yandan ülkemde, sigarasına veya gereksiz alışverişlerine ayırdığı bütçeyi bir kenara ayırsa; çok rahat şekilde sinema veya tiyatroya gidebilir halde insanlarımız var ama gitmeyi de tercih etmiyor durumdalar... Oysa birçoğu gibi bana da öyle geliyor ki, sanata eskisi kadar yine değer verilmeye devam edilse; Türkiye'de yaşam daha katlanabilir ve daha iyi konuma getirebilir olacak! Bilim, eğitim ve sanata hakettiği değer verilmedikçe, yaşadığımız zorlukların altından kalkabilmek bence daha zor olmaya devam edecek gibi görülüyor...



Üstte yapamadığım etkinlikleri yapamıyor halde iken, dizi ve film takip etmekten geri kalamıyorum tabii ki ben... Aslında tercih meselesi bu. Sındırgı'da Örgün Öğretim üniversite okurken başlamıştım, günlük dizileri izlemeye. O zaman Fox Tv'de bir dizi vardı; "Bir Aşk Hikayesi" idi adı yanlış hatırlamıyorsam, ya da ismi başka idi. Ama hikayeyi hatırlıyorum; Amerikan bir genç ile müslüman ülkede yaşayan bir kızın birbirine aşık olmasını ve kavuşma çabalarını anlatıyordu. Hatırladığım kadarıyla, kız kendi ülkesinde amca oğlu ile evlendiriliyordu ama bu gerçek bir evlilik olmuyordu. Sonra bu Amerikan gencimizin, Dna'sıyla kendisinden habersiz bir kolonu üretiliyordu. Tabii hikaye burada karışıyordu, yıllar sonra kız ne kadar uğraştıysa oğlan ile görüşmeye devam etse de kavuşamamıştı. Ama kolonu gencimiz ile karşılaşmıştı, zira gerçek oğlan bir bomba saldırısında mı ne ölmüştü. Bu diziyi aklımdan çıkaramıyorum ve bir o kadar da, Fox Tv'nin arşivinde bulamıyorum...

Ama size diyebilirim ki, bizim annemle günlük dizi sevdamız o diziden sonra başlamıştı... Tam o sıralarda da Beni Affet başlamıştı ve bir saat öncesinde Fox Tv'de verilen o diziyle çok iyi bir yayın sunuyordu o dönemler... Tabii hey gidi hey! Şimdi Beni Affet, Entrika'da iyiden iyiye kendini aştı ve hiçbir çiftini kavuşturmamak ve her kişinin en az iki seveni olmasını şart koşarak işleri karıştırma konusunda çok başarılı! :D

Türk dizileriniz Beni Affet ve Unutma Beni ile beraber, entrika dozunu iyice aştı diyebilirim. Oysa, başlangıçta en güzel konularla ve oyunculuklarıyla başlayan dizilerdi bu dediklerim. Unutma Beni, Ali ile İlkay'ın aşkını birçok kez ezip geçti ve en sonunda da sanırım onları ayırmayı başarmıştı! =)


Hayat entrika ile dolu zaten derken, insanın aklına bile gelmeyecek entrikalar dönüyor televizyonlarda. Hala! İzlerken veya bu konularda konuşurken de, biri şöyle diyor mesela "Bu dizidekiler ne ki, hayatın içinde daha da fazlası var..." Bu garip bir kendini kandırma dizelerinden biri bence, entrikaya doymak bilmeyenlerin ruhunu dolduruyor diziler böyle. Bunu duymak beni resmen paranoyak ediyor biliyor musunuz? O dizileri izlemek ve hayattaki şeyleri konu edindiklerini ya da bire bin katarak insan beynine işlediklerine senelerdir tanık oluyorum. Ama artık dayanamaz hale geldim. Duyuruyorum ki tüm yapımcılara ve senaristlere, Ben Entrikaya Doydum! Siz doymadınız mı? Bıkıp usanmadınız mı ağlamaktan ve ağlatmaktan? Gerçeğin üstüne bir sürü senaryo daha katarak, insan zihninin kötülüklere nasıl da yatkın olduğunu ve birçok fikri de siz vererek bizleri çıldırtmaktan?

Ama tabii ki hayatın içinde daha da fazlası var çoğu kişiye göre de mi? Dizilerde daha da azı olsa olmaz mı? Bari dizilerden birkaçı ağlatmasın, safça güldürebilsin istiyoruz. Çok mudur ki?

Klişeleştirdiğiniz Senaryolardan Bıktım Ben! Demek İstiyorum.

O kadar bıktım ki klişeleşmiş senaryolardan, artık izlerken "Bak anne-baba, kesin şöyle olacak birazdan ya da birkaç bölüm sonrasında" diyebilir hale geldim. Bu hale geldikten sonra da izlemenin ne manası kalıyor ki dedim ve beni çıldırtan senaryodaki dizilere restimi çektim. Heyecan kalmadı, monotonlaştırdınız. Sanat değil eser değil rezalet konumuna geldi bu durum artık. "İstisna yapımları tenzih ederim tabii, ki o istisnalar da epey az kaldı."

Klişeleştirdiğiniz Senaryo 1; Seven iki insan dizi tutulmamaya başlayana kadar asla kavuşamasın klişesi;

Bunun açılımları çok fazla. Ama klişeleşmişliği de çok fazla... Bazen insan, "Yahu bu Senaristlerin sevenlerle derdi zoru ne, birazcık da örnek olsunlar ailelere ve insanlara" diye soruyor. Ne bazen'i, sık sık!

1. Büyük Klişemiz;) Kız Erkek'i Sever, Erkek de Kız'ı. Tam mutlu olurlar, itiraf ederler. Ama Erkek'e bir kız, kızımıza da bir başka erkek aşık olur. Sevenler kavuşmasın ve hangi şartta olurlarsa olsun birbirlerinin olsun diye karalama kampanyaları hazırlar bu platonik sevenler ve erkek ile kızı ayırırlar. Dizinin devamında her şeyi yapan kötü kadın ve adam, hiçbir şekilde yakalanamaz. Gariplerim başrollerim(!), sevmedikleri kişileri iyilik meleği sanarak mutluluğa zorlarlar birbirlerini. Sevdikleri kişiler ise dünyanın en kötüsü adlandırılmıştır. Ama onlar da epey saf! Biri de sormuyor; "nasıl oluyor da sevdiğim kadın ya da erkek, bas bas -ben suçsuzum diye- bağırırken ben bana dayatılana inanıyorum." Veya nasıl oluyor da birden ikimiz de birbirimizden ayrılıyoruz ve ikimiz de bizi sevenler tarafından sarılıp sarmalanıyoruz. Yapmayın arkadaşım, doydum aynı senaryoya... !

2. Büyük Klişemiz;) Kız ile Erkek birbirini yine sever. Ama ya bir taraftan ya da iki taraftan da anne ve babaları, bu evliliği veya birlikteliği istemiyordur. Genellikle erkek'in annesi eve sızar, binbir oyun ile kızı oğluna kötüler. Kız çok iyidir aslında, ama bir türlü inandıramaz kendini sevgilisine. Anne kıskançlıktan girer, karın beni istemiyordan çıkar; oğlumu lanet karısından ayırdım diye sonunda da göbek atar. Kendi istediği kız ile evlendirir, kendi istediği kızın tek avantajı vardır; kaynana denilen kişi oğlunun sevdiği kızdan önce gelini olarak o kızı uygun görmüştür. Vs. vs. :)

Anlatmaktan sıkıldım. En sonunda ne oluyor söyleyeyim; oğlan binbir şekillere sokulduktan sonra tüm senaryoları öğrenir de, kızdan af dilemeye gider. Ama kızımız bir kez kırılmıştır incinmiştir. Affedemez; oğlan paramparça olur, olsun da zaten! Bir sürü bölüm boyunca kıza bir kez inanmayan insan, elbet bir kez daha olsa inanmaz. Sonuç, hep mutsuzluk, bazen insafa gelen senaristlerimiz mutlu da edebiliyor tabi. Çok şükür onlara! :D

Klişeleştirdiğimiz Senaryo 2; Bir kız bir erkeği seviyorsa, o erkek başkasını da sevse önemli değildir. Esas sevdiğini düşünen kızımız mutlaka onu elde etmelidir, gerekirse çocuğunu kendi çocuğu olarak göstererek...

Bu maddenin iki unsuru var tabi, biri kızın en çok sevenin kendi olduğunu düşündüğü, diğeri de erkeğin en çok sevdiğini düşündüğü... Kızın açısından düşünür isek de, erkeğin açısından da düşünürsek de; bir şekilde esas erkeğimizi ya da kızımızı sarhoş edip bayıltacak ve ertesi sabaha uyandığında yanında çıplak uyanacak başrol entrikacımız. (Valla ben dizilerin yalancısıyım!)

Neyse bu ilk madde tamamsa, kızın açısından düşünelim; "ben nişanlımı veya sevgilimi seviyorum ne olur beni anla" diyen erkeğin tavırlarına uysal davranın ağlayın ve intikam yemininizi hemen ardından edin. O gittikten sonra etmezseniz, olayların senkronizesi tutmaz! Senaristler böyle diyor valla. :D

Sonra hamileyim yalanı atın bir süre geçtikten sonra, sevdiğinden ayrılıp size gelmek zorunda kalsın. Zaten gelmese bile bunu öğrenen sevgilisi onu bırakacaktır. Sonra size gelen erkekle bir güzel evlenin. Çocuk sorununu da hiç dert etmeyin, günümüzdeki doktorlardan birini kandırabilirmişsiniz (!) ve yalandan bebek varmış gibi davranıp yalnız kaldığınız bir anda da kendinizi hastaneye atar-düşürürmüşsünüz zamanla... O kadar bebek işi yani senaristlere göre bu mevzular. (!) Allahım tam paranoyaklık! (Allahım sen koru böyle kötü fikirlilerden, kumpasçılardan! Amin.) 


Bunun bir de değişik bir versiyonu var, erkeğin yaptığı. Kızı bayılt, onunla yattığına ikna et... Ah bu senaryolar ve klişeler!... Bunlar daha bir kısmı ona göre, bende klişe gördüğüm senaryo bitmez. Siz bile biliyorsunuz bir sürü, eminim buna...

Bu erkek versiyonumuzda da, kız kendiliğinden sevdiğini bırakıyor zaten. Bırakmazsa da, kumpasçı erkeğimiz esas erkeğe gidip o geceyi anlatıyor. Esas erkek, esas kızı bırakıyor. Tabii kumpasçı erkeğe de gitmek mecburiyetinde kalınca! (Ah ne basit senaryolar ve de hastalıklı!)


Bu yazı biraz size, biraz da senaristlereydi işte! Benim gibi bu durumdan bıkan kişilerin olduğundan eminim. Gelin savaş açalım, vallahi sıkıntıdan patlayacağım yoksa! Türk dizileri öyle bir noktaya gelecek ki izlenmeyecek bundan sonra. Her dizinin içinde, bir veya iki tane mutlaka var böylesi senaryolar. Artık az az serpiştiriyorlar ama. Sanırım dikkat çekmesin istiyorlar. :) Bunun bizlere de zararı var elbet, bir sürü boşa heba edilen paralar hakim. Bir de paranoyaklaştırılan ve saçma sapan fikirlerle doldurulan insanlarımız! Haksız konuştuğumu hiç düşünmüyorum, çıldırtan senaryolarınıza bir dur deyin. Neslimize ve geleceğimize güzel şeyler öğretelim; gülmeyi mesela, ya da sorunlara gerçek çözümler bulmayı. En az 3-4 film olsa böyle, daha da fazlası gerek ya aslında...

Aklıma gelen ve sıkıldığım senaryolardan bir diğeri de; iki kardeşin veya en yakın arkadaşın aynı kıza veya erkeğe aşık olması. Başka senaryo yokmuş gibi, bunun modası da hala geçmeyen senaryolarımızdan biri. Sanki biri demiş ki, "anlamadım ya bir daha anlatsana başka kardeş veya yakın arkadaşla, nasıl olmuş?" :D




Bu sezon takip ettiğim 3 dizim var; bunlardan ilki Erkenci Kuş (ki yeni bölümü dündü, Tv'de ailecek izledik), diğeri salı günleri Star Tv'de yayınlanan Ufak Tefek Cinayetler, üçüncüsü de Çarşamba günleri Atv'de yayınlanan Sen Anlat Karadeniz...

(Her hafta izlemeyi unutsam veya başaramasam da, sonraki günlerde kaçırdığım bölümlerini izlemeye uğraşıyorum bu dizilerin...)

Bir de bu sezon, annem izlediği için çoğu zaman eşlik ettiğim ama izlerken sinir olduğum bir dizi var, Kadın. Senaryo gereği, başrol harici olanlardan herkesin haberdar olduğu ama başrolün herşeyden saf dışı bırakıldığı gerçeğini görmek üzücü. Onu da izliyor sayılırım aslında ama başroldeki Özge Özpirinççi'nin oyunculuğu sebepli izliyorum daha çok ve ben orada Sarp'ı değil Arif'i tutuyorum. Hodri meydan, beni bu hale senaristler getirdi! =)

Bunlar haricinde de, netten izlemeye devam ettiğim iki yabancı dizi var, konu her ne kadar Türk dizileri olsa da bunu da ekleyeyim dedim. Biri eski dizilerden 6 sezonluk bir dizi Gossip Girl (şu an 3. sezonun sonlarındayım), bir diğeri de The Big Bang Theory (bu sene 12. sezonu yayınlanıyor ama ben daha 9. sezonun sonlarındayım)... :) 


Bir konu da var ki; toplumsal konulara açıklık getiren dizilerimizin de sonuna kadar arkasındayım, ama mantık çerçevesinde olanlarının! Mesela "Sen Anlat Karadeniz" dizisi, çok derin bir toplumsal konuya değiniyor. Her izlerken; evet, bunlardan bahsedin işte! diyorum. 

Ülke olarak toplumsal konulara ihtiyaç duyduğumuzu ama zaten güven problemi olan bir ülke olduğumuz için, aldatma ve türevlerine dair engin bilgilerinize ihtiyaç duymadığımızı iletmeyi bir borç bilenlerdenim. Unutmadan; Sen Anlat Karadeniz dizisi gibi, toplumsal meselelere değinmek bir sanattır! 

Bu dizi ve türevlerine karşı yorum yapanlara karşı da nacizane fikrim; Görmek istemediğinizi söylediğiniz şiddet içerikli yayınlardan kaçtığınız kadar, absürt fikirlerden kaçın. Ama yaralarımızdan kaçmayın lütfen. Çözümden yana olalım da, esas görmezden gelmememiz gerekenleri es geçmeyelim beraber!


Şimdilik diyeceklerim bu kadar; boğazıma kadar entrikaya doymuş da olsam, bu yazıma burada son vereceğim. Ama sanıyorum devamı da gelir, söyleyecekler bitmiyor çünkü. En azından senaryolarımdan haberdar ederim sizleri ve hangi sahnenin ardından neler oluyor öğrenirsiniz. :) Klasikleştik artık çünkü, Türk Dizi Klasiği diye bir şey var. Ancak yine söylüyorum; istisnalara lafım yok, bir de filmlerimize lafım yok. Kıymeti bilinmeyen filmlerimiz de çok, benim bu konuda söyleyeceklerim de... :)

Beni yorumlarınızdan ve sizin de varsa bu konudaki tespitlerinizden mahrum etmeyin lütfen. Sevgiler... :)

13 Ekim 2018 Cumartesi

Git Kendini Çok Sevdirmeden, Görmüyorsun - #BirKitapBirMüzik


Git Kendini Çok Sevdirmeden - Tuna Kiremitçi


3 gün önce bitirdim bu kitabı, Tuna Kiremitçi'nin okuduğum ikinci kitabı oldu... Merom okumam için getirdiğinde, "Eski kitap bu, biraz dökülüyor sayfaları ama ben okuduğumda sevmiştim." dedi bana.

Kitabı iki günde bitirdim, güzeldi gerçekten. Kısa kitaplar, bazen konu gereği uzasa bile bitiyor elbet ama bazen ne kadar okusan da akmıyor nasılsa. Tuna Kiremitçi bu kısa kitabında başarılı idi bu anlamda. Ama yine de sonunu dahi beğenmezsem üzüleceğimi düşünerek okudum bu kitabı da. Çünkü Tuna Kiremitçi'yi şarkılarından da, bir önceki kitabından da çok sevmiştim ya, düşüncem o aramızdaki yazar-okur bağı da kopmasın düşüncesi işte...

Ama gel gelelim yine de hikaye bittiğinde ben kendimi eksik hissettim, kitabın eksik kalmış bir yanı ve insanı hüzünlü bırakan bir hikayesi vardı. Yarım kalmış hayatlar mı dersiniz, bir işe yarayamadığını hissetmiş insanların sizde bıraktığı etki mi... Bir o kadar da, istediği sevgiyi görememiş ve boşta kalmış kalpleri okumuşum gibi geldi. 

Bir de karakterlerin normal hayatlarını anlatırken ki hüznü vardı. Derin şeyler hissedip, o derinliğin karşılığını alamayan ve kendini hayata bir yandan küsmüş bulan insanlar vardır hani! Kitap bu halin içinde hissettirdi beni, onları hem anladım hem de karmaşıklıklarının içindeymişim gibi hissettim yani...

Hikaye güzeldi, alıntılarım da oldu. Mesela en beğendiğim diyalog şuydu;

“Söyler misin” dedim, “insan nasıl değişir?”
“İnsan değişmez” diye yanıtladı, elindeki taşı evirip çevirerek.
“Hep böyle mi kalacağım?
“Hayır. Bazı şeyler değişecek tabi.”
“Mesela?”
“Büyüyeceksin. Yetişkin olacaksın.”
“Ve değişmeyeceğim, öyle mi?”
“Şu meraklı bakışların, soru sormayı sevmen, düzensizliğin… Bunlar değişmeyecek. Ama kendini tanıyacaksın.”
“Şimdi tanımıyor muyum?”
”Tanıyorsun ama az. Ömrümüz kendimizi öğrenmekle geçer.”
“Ama ben benim işte… Bunu bir daha niye öğreneyim ki?””
“Önlemler almak için.”
“Önlemler mi? Neye Karşı?”
“Kendimize. İnsana kendisi kadar hiçbir şey kötülük yapamaz hayatta.” 

Tuna Kiremitçi'nin kalemini seviyorum yani, bu sefer biraz daha fazla üzmüş olsa da... :)


Görmüyorsun - Tuna Kiremitçi ve Gözde Öney


Sonra bugün de, kitap hakkında bir şeyler yazmayacağımı düşünürken; bu şarkı çıktı karşıma, Gözde Öney ile düetini yayınlamışlar. Tuna Kiremitçi ve Arkadaşlarının düetlerini seviyorum, ikinci albümü de çıkarmışlar işte... Bunu da sevebileceğimi tahmin ediyordum ama kitap gibi hissedeceğimi bilmiyordum. Şu sözden sonra oldu;

Kendini çok sevdirmeden git istersen artık Nasıl olsa bu yüzden ölmüyorsun...


Kitap gibi oldu, bir durgun hüzün aldı beni, kitabın bir parçasıymış gibi hissettim. Sanki Tuna Kiremitçi bu müziği kitap için seslendirmiş gibi! :) Olur mu olur ve eğer öyle bir şey varsa da Tuna Kiremitçi açıklasın lütfen! =)

Bir Tuna Kiremitçi kitabı daha okudum yani, 3-4 gün sonrasında da bu şarkıyı dinledim ve ikisini çok bağdaştırdım. Sözlerini çok manidar buldum ve kitabın hikayesini şarkıya yansıtmışlar sanki, dedim. Dinleyip bunu hissedebilir misiniz bilmem ama biraz eksik kalmış bir insan tadı aldım şarkı sözlerinden de. Eksik kalmış bir aşk hikayesi, eksik bir hayat hikayesi gibi bir şarkı sanki... 

Bu bilgilerle dolu bu yazım da burada dursun istedim sonra. Yine beni okuduğunuz için teşekkürlerimle, sevgiler; yine görüşmek dileğimle... :)