29 Aralık 2017 Cuma

2017'ye Dair - Didem'in Gözünden


Öncelikle, bu bloğumu açtım açalı buraya bir bu sene istikrarlı şekilde geri dönüşler sağlayıp yazabilmişim. 2016 senesinde sadece 4 yazı yazmışım, kim inanır bu bloğuma bu senenin 14. Yazısını yazdığıma? Ben kenardaki blog arşivimde görünce inandım! :)

2017 bu açıdan güzel geçti; uzun zamandır çok yazamıyorum derken, iki bloğumda da verimli şekilde yazabildim bu sene yine. İnsanın kendisini en sevdiği alanlarda beklediği gibi, istediği gibi bulamayınca hissettiği bir düşük mod oluyor. Şükür ki bu modu diplere düşürmeden buralara da döndüm döndüm durdum… :)



2017’ye Dair, kendi gözümden yazmaya geldim; galiba bu bloğumun 2017 için son yazısı olacak bu… :)

Hatırlıyorum, 2017’nin başında her ayın sonunda o ay için “Didem’in Gözünden; … Nasıl Geçti?” yazısı yazmayı planlamıştım. Ama senenin en başlarında idi, Ocak ayının sonunda da vazgeçtim tabii. Her ay içinde ülke gündeminde o kadar çok şey oluyordu ki, gözümden aktaracağım birçok şey varken, bir o kadar da bunu başaramayacağımı hissettim. Esas gözlemlemek istediklerim, daha içsel mevzulardı tabi; mutluluklarımız adına, yaşadıklarımızı değerlendirecektim. 2017 için olmadı ama 2018 için olur belki…

Gözüme batan çok tavır oldu, yaşamı-yaşamayı zorlaştıran tavırlardı bunlar, çok olmadığı için belirtebiliyorum ki; 

Ülkem Dolu; Ölüm Ve Ölü Sevicilerle
Kadınlarımıza İnternette de Köstek Çok…
Anlaşılmamanın Verdiği İncitici His
Sorun Yaratanlar Ve Çözüm Üretenler

Gibi yazılarımdı bunlar…

2017; benim için güzel olduğu kadar, internette de sokakta da kendi mutsuzluklarını çevreye yaymaya uğraşan insanları gördüğüm de bir yıl oldu. Ülkecek mutsuz olduğumuz zaman dilimlerinden geçiyorken, belki de “normal, olması gereken bu!” diyeceksiniz. Ama öyle değil işte, “Eskiden böyle değildik” diyerek nitelendirip kestirip atılacak kadar basit bir şeyden bahsetmiyorum.

Sosyolojik araştırmalarda da görülüyor bu durum, en mutsuz ülkeler arasında sıramızı gittikçe zirveye taşımaya uğraşıyoruz sanki! Mutluluğumuzu elimizden alıyorlar, ses çıkaramıyoruz. Çıkaranları da susturuyorlar zaten! Misal, kendini geliştirmek yerine; sadece “sosyal medya kullanıyor diye” -o kullanıcıları yerden yere vurmayı hak görmek bile, bir mutsuzluk belirtisidir bana göre… 2017 bu yönden de gelişemediğimiz ve geliştiremediğimiz bir yıldı işte.

Bulunduğum ortamlarda gördüğüm yetmezmiş gibi, internette nasıl nezaketsiz bir toplum olma yoluna gidiyor olduğumuzu görmek üzüyor. Aslında beni üzen bu da değil, beni üzen nezaket gösteren herkese; “Çok teşekkür ederim, ah beni nasıl mutlu ettiniz bir bilseniz!” gibi cümleler kurmamıza sebebiyet veren mutluluk durumlarına şaşırıyor olmak. Bu sebeplerle; 2018’den öncelikle içsel, sonrasında da toplumsal mutsuzluğumuza çözüm bulabilmemizi umuyorum...

Bu sene aylık değerlendirmeler yapamadım belki;  ama gördüğüm ve güzel bulduğum güzellikleri, güzelliklerle dolu ve kendi için çabalarken çevresine faydalı olmaya da uğraşan kişileri yazmaya çalıştım; 

Sosyal Medyanın Güçlü Kadınları
Cümlelerin Gücüne İnanır Mısınız?
Hayatın Güzel Mucizeleri Var
İnternetli Hayat, İnternetsiz Hayat Ve Duru Gibi Savaşmak

İsimli yazılarımda…


Ben 2017’de Didem’in Gözünden adlı bu bloğumda yazmayı çok sevdim, çünkü savunduğum düşüncedir şu; güzellikleri ne kadar çok göz önünde tutar ve yanlışları da doğruları ile birilerinin okumasına vesile olabilmek için yazabilirsem, değişime ve gelişime o kadar katkı sağlayabilirim. Bu bloğumu hem kendim için hem de bu amaç için açmıştım; 2017’de bu amacımı yerine getirerek, bu amaç için yazabildiğim için de mutlulukla bu yazımı yazıyorum şimdi… (

2017’de kendimi sık sık endişeli hissettiğim üzere, ülke gündemimizde çok üzüntü vardı, çevremde de gördüğüm üzere bol üzüntü dolu bir sene idi. Ama bir yandan da bizdendi sanki… Sanki tüm toplumun ruh halinin dışa vurumu gibi bir sene idi; mutsuz-mutlu, ama yardıma muhtaç her alanda bir arada! Gerek internette, gerekse çevremde bunu gördüğüm bir sene de oldu 2017… 2018 aratmasın bu yılı diliyorum, gözümle gördüklerimi yazamaz etmesin! 

2018 Dileklerime Gelecek Olursak;

Gözümüzün önünden mutluluk da, zorluk da eksik olmasın. Zorlukların da bir amacı var ki, o zorluklar mutlulukların değerini bilmemizi daha çok sağlıyor. 2017 bana hayatın seviyeli bir bilgisayar oyunu olduğunu gösterdi; ama bu oyunun bazen şakası yok, ciddiye alman gereken yerleri ciddiye almayı da senin bilmen gerek. Oyunların gerçeğe bürünmüş hali gibi…

2018; zorlasa da daima mutluluklara sürükleyen, gözümüze çarpan her türlü detayla savaşabilmeye gücümüzü içimizde var edebildiğimiz bir yıl olsun diliyorum. Her zamanki dileğimdir, her yeni yıla doğru; sağlık, mutluluk ve huzur içinde görmeyi diliyorum, sevdiklerimi, sevdiklerimizi yine… Benim gözümden ve dileklerimden, Didem’in Gözünden’in son yazısı bu… Orada az kişi var biliyorum, ama azlığı çokluğu umurumda değil; oradasınız ya. Dileklerim hepimiz adına, iyi ki oradasınız. Yeni yılda da mutluluklarımız daim ve beraber olsun inşallah, sevdiklerimizle beraber… :)

Sevgiler, Didem Köse… :)

27 Aralık 2017 Çarşamba

Hayır Demek, Hayır Demektir!


Hayır demenin bir kırıcılık unsuru olabileceğini düşündüğümüz garip bir dönemde yaşıyoruz... Sırf bazı yerlerde nezaketsizlik unsuru göründüğü için "Hayır" diyemediğimi bilirim. Bir zamanlar ciddi anlamda bunun için kendime telkinler de verdim ve başardım. Ama nice kararsızlıklar ve de çelişkiler yaşaya yaşaya... Benim büyüdükçe öğrendiğim ise, aslında bu konuda yalnız olmadığım oldu. Biz "Hayır" demenin kabalık veyahut "Evet" demenin kibarlık olduğuna inandırılmış bir nesilin torunlarıyız bir bakıma... Böyle olmaya devam ettikçe de, en büyük sıkıntıyı biz çekiyoruz esasında...


Hayır diyememek bir kusur olmalı oysa; istemediğin bir duruma, sırf karşındakine ayıp olmasın diye veyahut karşındakine "hayır" demenin sebebini kabul ettiremeyeceğini bildiğinden sebep kendimize eziyet etmemeliyiz... Biliyorum sizin de en az bir defa başınıza gelmiş olmalı, gelmemişse de gerçekten o kararlılığa erişme döneminiz benden daha kolay olmuş olmalı. Tebrik ederim... :)


Bugün bahsetmek istediğim bir konu var, birkaç gündür yazıp yazmamaktan yana çok düşündüğüm ama Yıllar Geçerken adlı bloğumda da yazdığım gibi "açık açık yazacağım ve içime hiçbir şeyi atmayacağım bundan sonra!" dediğim üzere; İtiraflarımı da, içimde acısını veya tatlısını hissettiğim yanlışları ve doğruları da dile getirmek için Kasım 2017'den bu yana sözlerimi tutmayı hep sürdürecek ve bu zinciri kırmayacağım 2018 yılında da...
"Zinciri Kırma" demişken, niyetliyim bu anlamda 2018 adına da; hedeflerim, hayallerim, hayatım ve sevdiklerim adına istediklerim için zinciri kırmayacağım. Zinciri Kırmamak da ne derseniz eğer; Barış Özcan'ın güzel etkinliğinden öğrendiğim bu etkinliği, siz de bu videosundan öğrenebilir veya biliyorsanız da 2018 için hazırladığı videoyu tekrar izleyebilirsiniz... :)


Neyse haftasonu izleyip, aklımda tartmaya ve uygulamak için planlarımı hazırlamaya uğraştığım notumu da araya ekledikten sonra; Hayır demek, hayır demektir! konusuna geri dönüyorum izninizle;


Hayır demek, bir tercih olduğu gibi, yerine getiremeyenlerin de çoklukta olduğunu bilmeyen yoktur; hele ki ülkemizde... Mesela, bir misafirliğe gidersiniz, ikramlarda bulunurlar ama siz deli gibi toksunuzdur; "Hayır almayacağım, teşekkür ederim!" dersiniz. Ama dediğim gibi bu nokta nezaketsizlik olarak algılanabilir ve misafirliğe gittiğiniz kişi alınır; "Aaa darılırım ama bana geldin ve karnın tok mu geldin?" der. Oysa yemek veya yememek sizin tercihinizdir, karşınızdakine nezaketsizlik değil!

Ülkemizde ve dünyamızda öylesine çok hastalık türedi ve bu hastalıklar her birimizde mevcut olabiliyor ki, 3 kişiden 2'si hayatına perhiz ile devam edebiliyor. Ama bu nezaketsizlik durumu olarak görülen misal örneklerimiz, maalesef daha da zorlayabiliyor insanı... Tamam "hayır!" dedin, durumu anlattın ve yemedin. Hastalığını anlasa da, ev sahibi suratını asıp canını sıkabiliyor karşında. "Öf keşke yeseydim söylemeden." diyorsun. Ama onu da denesen, bu sefer de deli gibi rahatsızlanıyorsun. Ben bu durumdan sebep birkaç kez rahatsızlandığımı biliyorum, geçmiş zamanlarda. Şimdilerde ise, "Hayır'ımın üstüne surat bile asılsa" sağlığımdan ötesini düşünemiyorum. Üzgünüm kabul edilmelidir bu, tabu olmalıdır mı derler? Cidden tabu olmalıdır! "Hayır demek, hayır demektir!"


Yani hayır diyebilmenin ötesini gözler önüne sermek istiyorum bir de; sizin kendinizi zorlayıp hayır diyebilmeyi öğrendiğiniz sürecin ilerisinde, hayır'ı hayır kabul edemeyenler çıkıyor karşınıza... En kötüsü bu inanın ki!


Hangi ortamda olursanız olsun, kalabalık veya yalnız; istemediğiniz bir şeyin yapılması, hayır'ınızın kabul edilmemesi deli dehşet bir sinir harbine veyahut kendi kalbinizde büyük bir yaraya sebep oluyor. Kabul edildiğiniz ortam ne olursa olsun, sizin istemediğiniz bir olayın varlığı size dönünce hayat duruyor ve an oraya sabitleniyor... Ortama kabul edilmenin ötesinde, o an'a ortak olmasaydım keşke diyorsunuz. Sizin tercihinizin sebep olmadığı ,başkasının sebep olduğu, bir keşke ortaya çıkıyor ki; bu garip bir duygu durumuna sebep oluyor... Yemekten de ötesi, sizin hoşlanmadığınız bir şaka, bedeninize yapılan küçük veya büyük isteğiniz dışındaki olayların gerçekleştirilmesi; sanmayın ki bir tek kimseye yara açamayacak bir durum değildir. Ama bunu anlamamak ise, asıl en büyük nezaketsizlik ve zülmün kendisidir...

Çaresizliği hissetmek, bir başkasının küçük gördüğü durumun sizde nasıl bir korku ve duygu durumu değişikliğini anlamayı istememesi çok ama çok üzücü bir şey. İstemediğiniz şeyleri ısrarla söylediğiniz şeylerin zorla yapılması, rızanız dışında bir şeylerin dayatılması, hoşlanmadığınız bir şakanın devamı, bunu anlattığınız halde anlaşılmak istenmemesi... İnanın uzar da gider; taciz tecavüz, bedene veyahut ruha, isteklerinizin önemsenmemesiyle başlar ve büyük travmalara sebebiyet verebilir...

Hayır demeyi bilirsiniz, hayır demeniz kabul edilmez; evet derseniz de, sizin acınız daha katmenlenir. İstemediğiniz bir durumun gerçekleştirilmesi, basit bir olay değil yani... O istemiyorum'un ötesini ötelememek en güzeli. Hani bizim küçüklüğümüzde bir söz vardı ya; "Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi, sen de kimseye yapma." diye. Bu kadar basit işte aslında... Ama basitliğin üstüne bindiremedikleri acı sözler ve olaylar, büyük olaylar yaratabilir; anlamayan çok kişi var...

"Ah be Didem, ne dert yandın!" diyebilirsiniz. Bloglarımda çok yer vermedim ayrıntılarıyla, anlatmak benim için hala zor bu durumu ama; "İstemediğimi ısrar kıyamet anlattığım ama bir türlü anlatamadığım bir fizyoterapistin hatalı tedavisi sonucunda ben ilk atağımı geçirdim." Evet belki başka bir şey de sebep olabilirdi ilk atağımı geçirmeme ve ben öyle de atak geçirebilirdim, bunu hiç bilemezdik. Ama bir başkasının sebep olduğu o ilk atak, benim en büyük korkularımdan birinin bende yer etmesine sebebiyet verdi; bir kez daha atak geçirmek! Anlatamadığım, anlamlandıramadığım şey nedir bilmem; geçtiğimiz günlerde, bir başka şekilde bir istemediğim davranışlar bütünüyle karşılaştım. Birine ısrar kıyamet "İstemiyorum, yapma" dediğim halde... Kasılıp kaldım, istemediğim tavır davranış ve hareketler bütünü, o anlara götürdü, kendimi çaresiz hissetmeme sebep oldu yeniden... İnsanı anlaşılamamak deli dehşet üzüyor ve beni de deli dehşet üzdü ki, içimi dökmem gerektiğini es geçemedim daha fazla...


Yazman gerek Didem, dedim kendime işte yine. "Hayır demek, Hayır demektir!" de, olur ya bu bir slogan olmasa da, birkaçı okur ve ağlatana dek veyahut sırf kendi hoşlanıyor diye canından bezdirene dek uğraştığı kişilere yaptıkları zülmu durdurur...

Korkuların, istememe hallerinin ve de dile getirildiği halde umursanmayan her durumun; ama geç ama erken acısı bir yerde patlak verebiliyor. Geçmişinde ne yaşadığını bildiğiniz halde yapıyorsanız bunu daha beter. Ama bilmiyorsanız da, çok zor değil kendinizden empati kurup tahmin etmeye uğraşınız.

Çünkü "Hayır Demek, Hayır Demektir!" Bunun ötesini zorlamak ise, en büyük zorbalıkların ve de en büyük nezaketsizliklerin başlangıcıdır....


Ben Didem Köse ve bu yazı benim size bu konudaki ricalar bütünümü sunuyor işte. Ne olur Hayır diyebilmeyi öğrenmiş birinin, Hayırının kabul edilmeyeceğini öğretmeyin. Hayır'ını güçsüz hale getirmeyin... Sevgilerimle...

20 Aralık 2017 Çarşamba

İnternetli Hayat, İnternetsiz Hayat Ve Duru Gibi Savaşmak


Bulunduğumuz sene içinde (2017'de) bolca şu ayrımı yaptım; İnternet yokken nasıldık ve şimdi internet varken nasılız... Tabii ki ikisinin de artı yönleri olduğu kadar, birbirinden farklı eksi yönleri de var... Bilgi derya deniz artık, onu hepten geçiyorum; hayatlarımıza dokunan kişilere gelince, onlar eskiden olduğundan daha çok artık...

En son Kasım ayında yazdığım yazımda, Kartal bebeğe kalp bulunduğu haberini duyurmuş ve duyduğum mutluluğu sizlerle paylaşmak istemiştim. Zira ülkemizde sağlık konusunda ilerlememiz gereken çok yolumuz var; organ bağışı ve tek bir kan vererek birçok cana dönor olabileceğimiz konusunda bilinçlenmek adına...

İnternetsiz hayat ise; çok şüphesiz ki, ilişkilerimizi daha fazla alanda samimi bulduğumuz bir alana sahip olduğumuz zaman dilimi idi. Ama şimdilerde de öyle kişiler giriyor ki hayatımıza, küçük-büyük ekran kareleri ardından... "İnsan bazen internet de iyi ki var hani" diyor... Bunlardan biri Duru... Üzülerek söylüyorum ki, ben bu yazıyı yazarken şu an Duru bu hayatta değil. Kasım ayında ebediyete kavuştu ve melek oldu, o güzel sesli ve azimli yürek... Ama o gittiğinden beri, ben hiç kaybetmiş gibi adlandıramıyorum. Sağlık savaşında öyle güzel şeyler kazandı ve kazandırdı ki bizlere; birçok kişiye umut oldu, bana da öyle...

Duru 11 yaşında idi ve hastanede Lenf kanseri hastalığı ile savaşıyordu. Antalya'da kemoterapi tedavisi görüyor ve azmi ile zorlukların üstesinden gelmeye uğraşıyordu. Öyle zorlu süreçlerdi ki, o zorluklara rağmen azim dolu paylaşımlarda bulunuyor ve herkese umut oluyordu. Kendisi, sevdikleri ve hayalleri için hastane günleri geride bırakmak için savaş veriyordu. Onun savaşı çetindi ama o çok azimli idi. Şarkılar söylüyor, zorluklarını da, mutluluklarını da bizlerle paylaşıyordu. Duru'yu sadece birkaç aydır takip ediyordum, ama o kadar çok karesinde yüzüm güldü ki; o ekran karesinde değildi sanki, benimle idi. Birçok kişi benim gibi hayal kurmuş, bunu da eklemeliyim... Bu yüzden de kaybetmedi diyorum zaten...

Kaybeden biziz, öyle azimli bir çocuğu kaybettik ki; onun sayfasında, her gün "bugün savaşçı kanımı ... şu abim-ablam bana getirdi, çok teşekkür ederim." mesajlarını paylaşımlarını gördükçe, ben ülkemiz adına da onun adına da umut doldum. Vefat haberini aldığımda, (ben Kasım başında aldım ama Ekim sonunda aramızdan ayrılmış güzel melek), birkaç hafta inanamadım nedense. Ara ara girip hesabına bakıyordum o sıralar, üzülüyorum diye o sayfayı takipten çıkmayı bile düşündüm. Sonra elimin hiçbir defasında da gitmediğini gördüm...


Derken Kasım ayındaki ara sınavlarımın başlamadan öncesi gecede, Durunun hesabının beni takip ettiğini gördüm (Duru melek olduktan sonra, annesi o hesapta paylaşımlar yapmaya başladı; Duru severlerle, Duru'nun yarım kalmış hayallerini tamamlamak için)...  Ben şimdi Duru'nun hesabını hiç silmeyi düşünmüyorum. Farkettim ki onun yüzünü gördükçe hala bana güç daha çok geliyor. Duru gibi savaşmak diyorum ben Duru'nun azmini isimlendirmek için... Yaşamı sevmek ve de yaşamak için hep ilk günkü gibi azmetmek gerek...

Onun bir paylaşımına yazmıştım Dm'den, Pet sonucunun iyi gelmesini beklerken ona destek olabilirim diye düşünmüştüm. Büyük ihtimal o kadar çok mesaj geliyordu ki, benim mesajım onay sırasında gerilerde kalmış bile olabilir. Duru göremedi. Ama benim umudum, Duru'nun bir gün göreceği ve de bana geri dönüş yapacağı ve birbirimize destek mesajları atacağımızdı. Olmadığına üzgündüm, geçen haftalarda annesine yazabilince farkettim ki; üzülmemi gerektiren bir durum yok bu konuda, çünkü ona yazabilmemi sağlayan tüm bu bağlantılar onun sayesinde. Belki de benim görevim annesine Duru'dan öğrendiklerimi yazabilmek ve bir anneye destek olabilme şansını elde edebilmekti... Duru'nun hesabı, hala burada...


İnternetsiz Hayat hala çekici de gelse bazen, bu öğrendiklerimi ve deneyimlediklerimi düşünüp; "İnternetli Hayat'ın da getiri çok büyük sana Didem!" diyorum kendime. Duru'yu uzaktan da olsa duymuş, hayatının bir kısmını izlemiş, onun için dua etmiş, kazanamamış gibi görünse de kazandığını düşünüyor olmam; internet'in bana en büyük getirilerinden biri... Duru'nun annesine, büyüttüğü o güzel azimli ve savaşçı melek'in özlemi için büyük sabır diliyorum. Onun acısını hiçbirimiz anlayamayız biliyorum, ama yaşadığım müddetçe nice kendisi gibi küçüklere veya büyüklere de azim öyküsü bırakabilmiş Duru'yu hatırlayacağım. Bu yazıyı da bu sebeple yazıyorum. Sizde bilin, takip edin. Ben Duru'nun adını, birçok hastalığa kapılan büyüklere de azim öyküsünün bir destek olacağına inanıyorum...

Duru'nun yaşamı boyunca birçok hayali gerçekleşmiş ve hissediyorum ve biliyorum ki geride kalan hayalleri de gerçek olacak. Duru, azim dolu ülkemizde ve her birimizin arasında yaşamış bir melek. Nice insana umut oldu ve daha da hikayesinin umut olması gerek...

Duru'nun toprağı bol, mekanı cennet olsun. Benim dualarımda da, kalbimde de bu internet aleminin kattığı güzel değerlerden biri. Ben bu yazıyı yazamadan geçemedim, ama yazarken de çok fazla durakladım, bir o kadar da çok zorlandım... Allahım annesine, ablasına ve tüm ailesine, sevenlerine çok ama çok sabır versin; hepimize...

Duru'yu çok sevdim, annesini de öyle; ben Duru'yu, kırmızı şapkası, duru sesi ve müthiş azmi ile tanıdım-öyle hatırlamaya devam edeceğim.. Hayatımdan geçen, gözlerimin önünden geçen bu güzel azim öyküsünü sizde bilin istedim... Okuduğunuz için teşekkür ederim, dualarımız Duru ve Duru gibilerle olsun. Benim dualarım da her birimizle...

Sevgilerimle...