9 Ağustos 2018 Perşembe

Bin Yüz Bir İnsan, The Duff, Erkenci Kuş - #didemingozunden


Merhabalar, biraz aradan sonra yine bir kitap bir film ve bir dizi ile geldim... Son okuduğum kitap, son izlediğim film ve bu yaz dizim bellediğim Türk dizisi ile... İyi okumalar. :)

Bin Yüz Bir İnsan - Aret Vartanyan

6 gün önce bitirdim bu kitabı, 3 Ağuştos 2018 günü. Başlama tarihime bakarsak (5 Temmuz 2018), bir aydan fazla sürdü. Sebebi sadece kitabın başlarda yavaş ilerlemesi değildi, okuduğum tarih aralıklarında günlerimizin hayli yoğun geçmesine de bağlıydı; şükür ki... Aret Vartanyan ile tanışma kitabıma yorumumu yazmayı es geçmedim yine de, yavaş başladı ama hızlı bitti diyebilirim. Altı çizilesi çok cümlesi olan bir kitaptı, ki okuduğum kitapları çizmeyi sevmesem bile...


Marmaris tatilimizin 5. gününde iken elimdeki, Kor Adası adlı kitabı bitirip başlamıştım okumayı bu kitabı. En çok da orada okumayı sevmiştim, otelin lobisinin balkonunda ve etrafı ara sıra izler halde iken ama tek başıma kendi köşemde (üstteki resimler, Marmaris'te çekilen resimler) ... 

Merom vermişti bu kitabı bana, sahaftan aldığını ve kendisinin de çizerek okuduğunu söyleyerek. Ki o da sevmez, okuduğu kitabı çizmesini... Hayatın içinde, kendimizi karmaşaya soktuğumuz, kendini bulma yolculuğunu kendi deneyimleriyle anlatan birinin diliyle yazılmış kitap. Ben daha fazla romansı bir dil beklerken, tek kişinin ağzından ve kitabın ortasına kadar Aret Vartanyan'ın kendini gerçekleştirme hikayesini okuyorum sanmıştım. Başta bu sebeple hayal kırıklığı yaşamış olabilirim ama çok büyük hayal kırıklığı da değil hani...

Kendi içinde hayatın içindeki rolüne hayatın bir şekilde getirmesini kabullenmiş ve de mutlu olmadığı halde bunu değiştirmeye cesaret edemeyenlerin okuduğunda; "evet ya, bu işte!" diyebileceği kitap...

Ben içerisinde bulunduğum hayatta, kendi tercihlerimden değil, sağlık durumum sebebiyle bir şeyleri gerçekleştiremedim ama onun haricinde benim bile; "aslında gerçekleştirebilirdim, hala gerçekleştirebilirim de!" dediğim bir kitap oldu... Lafı uzatmadan buraya kitaptan birkaç cümle, altını çizdiğim alıntıları bırakmak ve birkaç da resim koymak istiyorum...

Bunlardan biri şu;

"Her insan kendisini bir şekilde ifade eder. Etmezse yaşayamaz. Edemedikleri bazen patlar, başkalarının gerçeği kendi gerçeğine dönüşür." 

= Vazgeçtiklerimiz, kendimizi ifadeden kaçtığımız anlarda başlıyor aslında. Bazen size de öyle gelmiyor mu; tarihi kaçırıyoruz, ucundan tutan biz olmuyor, sadece nefes aldığımızı sandığımız bir hayat oluyor... Bunların hepsi kendimizi ifade etmekten kaçındığımız ve bazen de zorla susturulduğumuz zamanlarda gerçekleşiyor.

"Özgür olmak, özgürlük... İçi nasıl da boşaltılmış bir kavram. İçinde yaşadığımız dünyada, temel insani haklara sahip olmak bile özgürlük sayılır oldu. Temel haklar verilirken, özgürlük kazandırıldığı söyleniyor."

= İşte bu sözde çok durakladım, o kadar doğru ve o kadar üzerinde gerektiği kadar düşünmeden geçtiğimiz bir nokta ki Türkiye'de. Özgürlüğümüz bir şeylere birilerine bağlı hep. Temel haklar elimizde iken mi özgürlüktür ki, yoksa bu kavram başka bir şey miydi? diye düşündürüyor insana... Bence öyle, başka bir kavramdı özgürlük. En basitinden, internet kullanımı bile birçok şeyle kısıtlanıyor. Özgürlük diyoruz, bilgi almada bile özgürlükten yoksun yaşayabildiğimiz zaman dilimlerini gördük biz. Düşünmek gerek bunları işte...


Fotoğrafta altını çizdiğim yerlerde şu yazıyor; 

"Sen kaybederken ben kazanıyorsam, sen üzüürken ben seviniyorsam ya da senin karşında elde ettiğim üstünlükle kendimi güçlü hissediyorsam benim de kazandığım, elde ettiğim bir şey yok. Hayatlarımız ayrılık üzerine değil, birlik üzerine kurulu olduğunda hepimiz kazanır, güçlülüğü yaşarız. Ayrıma, ayrılığa dayandığında ise hepimiz elimizde ne olursa olsun güçsüzüz."


= İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, sosyal medyada veya hayatın kendi içerisinde, insanlığın ve de bizim insanlarımızın en kabul edemediği cümleler dizisi yukarıda yazıyor. Bencillik, kendi mutluluğu haricinde insanların mutsuzluğundan kendine sözde ders çıkaran ama acı seviciklikten başka bir şey yapamayanların yaşadığı bir durum hali... Diyeceğim o ki, sen kaybediyor ben kazanıyorsam, ben kaybediyor sen kazanıyorsan; bir vatan içinde kazanç senin de benim de değil. Bir arada yaşıyor isek, birileri ayrıma uğramamalı. Farklılık insanlarda olur, bu farkı gözle görünürden uzak kılmak biz insanların yapması gereken. Aret Vartanyan bana bu hisleri geçirdi cümleleri ile. Katılıyorum da diyebilirdim kısaca ama bunları da es geçmemek gerek diye ekleyeyim dedim... :)


The Duff (2015)

Birkaç gün önce Youtube'da seyrettim bu filmi. Adı gereği geciktirdiğim, önüme çıktıkça sonra izlerim ya dediğim bir filmdi. Romantik komedi ama konusu gereği, gerçekten kim Duff değildi ki dedirten bir sosyal soruna değiniyor film aslında...

The Duff, sosyal çevre içerisinde elde edilebilir görünen insan demekmiş. Sosyal alışkanlık düzeyi, diğerlerine uymayan; dış görünüşü veya çoğu kişilerin beğenmediği şeylere ilgi gösteren; kısaca günümüzde tiki olmayan ama tiki olanların yanında gezen ve tikileri elde etmek isteyenlerin aracı olarak kullandığı kişilere deniyormuş! Güzel anlattım de mi? :D Ben sevdim anlatımımı önce...

Filmi izlediğimde, sık sık kendime; "hangimiz Duff olmadık ki?", dedim. Çünkü lise ortamı bu Duff'ları dışlayanlarla doluydu. Hep bir kusursuzluk ya da görünenin iyi olması gerektiği üzerine alışılagelmiş bir kabullenilmişlik var ya, bunlar hep ondan! dedim kendimce... :)


Lisede; bizde Asosyal bulunan, çirkin, şişman veya istenilen güzellik kriterlerine uymayan kişileri dışlarlar ve onlara bir isim vermezlerdi, yer de vermezlerdi. Bu film de gösteriyor ki, yurtdışında böyle kişilere isim bile konulmuş. Filmin İmbd'deki görünümüne buradan ulaşabilirsiniz.

Ne yapabiliriz derseniz; filmin sonunda şöyle bir öneri var, izleyecek veya izlemeyecek arkadaşların hepsine gelsin bu söz:

"Sonuçta konu popülerlik ya da birini elde etmek değildi. Bütün konu sana ne etiket yapıştırılırsa yapıştırılsın, kendini doğru tanımaktır. Bir Duff'ın dediğine güvenin..." :)

= Yani her yerde her koşulda, kendimizi doğru tanımak ve kendimize güvenmek büyük gereklilik! Unutmamalı...


Erkenci Kuş - Bu yaz izlediğim tek dizi...


Bu yaz tek bir dizi izliyorum, o da Erkenci Kuş. Bütün bölümlerini izledim ve gününde kaçırsam bile diğer günler izlemeye çalışıyorum... Bu yazın ortaya konulan Türk yaz dizilerine bakıyorum da, yeteri kadar komedi yok. Yeteri kadar eskisi gibi öne çıkmış komedi yok. Mesela her gün, Fox Tv'de İnadına Aşk ve Aşk Yeniden veriliyor. Konuları karakterleri bildiğim halde, izlemekten sıkılmıyorum. İçinde, ihtiyaç duyduğum her şey var. Konuysa konu, komediyse komedi ve aşksa aşk...

Ama bu sene kışın da bize yaptıkları gibi, yazın da yeteri kadar üzerinde duramadıkları konu komedi oldu. Yani Türkiye yakın zaman diliminde komedide sınıfta mı kalıyor ne? Filmlerden izlersek izliyoruz, onun haricinde ağız dolusu eleştiri yapan eleştirirken güldüren, güldürürken de düşündüren diziler izleyemez olduk. Her anlamda söylüyorum bunu... Varsa yoksa acı! Hayatın kendisi çok acımasız zaten, televizyonda bırakın biraz hayata dair gerçeklik izlemeyiverelim! Gerçeklik diye anlatılıp da, diziye entrikanın alasını katıp; bir de üzerine insanları paranoyak ediyorsunuz senaryolarla!


Konu uzaklaştı pardon, her konuda standartlaşmış ve seçenek yelpazesi bulunmayan dizi sektörümüze kırgınım doğrusu. Komediye açız, gerçek komediye çok çok açız! 

Erkenci Kuş'u bu sebeplerle sevdim; içinde sanata dair de, komediye, aşka, izlerken eğlendirebilecek ve aynı zamanda ihtiyaç duyduğun şekilde gamsız düşünebilme kapasitesine sahip bir dizi. Demet Özdemir ve Can Yaman da, başrol olarak birbirlerine uyumlu iki güzel oyuncu. Allah yollarını açık etsin inşallah...

Sanırım komedi filmlerini, romantik filmleri ve aksiyonu barındıran ama darlamayan film ve dizileri hep sevdim hep de seveceğim... Diyebilirim ki, ben tek değilimdir bence! Bir ses duyuralım da, klasikleşmiş konulardan vazgeçsin Türk dizi sektörü. Ben bu sene de Pazartesi'den Cumartesi'ye dek, hüngür şakır ağlamalı dizilerden olsun istemiyorum. Sanata yatkınlığı, hayatın pahalılığından ötürü körelmiş bir milletiz zaten; bari bilgilendirici belgeseller veya programlar yapılsın, onlar daha faydalı. İnsanları entrikaya boğmayın canım, yoksa el atacağım sektörünüze ona göre! :D

Onu bunu bırakalım da madem, Erkenci Kuş'u izleyen var mı ben gibi? Çok tatlı değiller mi ve bir o kadar da eğlenceli? Hep böyle uçarı bir aşk istemiştim; deli debel değil, sevdi mi düzgünce seven ama eğlencesini yitirmeyen cinsten... Bize de nasip olur inşallah zamanı gelince ama tabii ki Erkenci Kuş'taki yalandan dolandan uzak. Sadece atışmalar yeter, anlaşana dek. Birbirini kırmadan etmeden olduktan sonra, atışmak da hayatın tadı tuzu eğlencesi işte... :)

Ben Erkenci Kuş'u izlemeye devam edeceğim bu yaz, bence kış dizisi olarak da kalır. Sizin izlediğiniz yaz dizisi ve kışa kalmasını istediğiniz bir dizi var mı bu arada? Benimki zaten belli de... :)) Umarım siz de yazarsınız yorumlara...

Sevgilerimle... (:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder