Merhabalar. İki yazı öncesinde, Bir Kitap, Bir Dizi Film, Bir Video'dan bahsetmiştim, burada. Şimdi de Bir Kitap, Bir Film ve de Bir Dizi ile karşınızdayım. :) İyi okumalar diliyorum...
Bir kitap okudum, yüreğime dokundu; Ay Bahçesi...
Bahsetmesem olmazdı burada da ve bu yazıyı yazarken son okuduğum kitap olduğu için de eklemek istedim. 1 haftada okudum bitirdim ve istediğim hallerde bulunmak dedim çoğu yerinde: sevmek, sevilmek ve emek verip karşılığını almak. Pişman olmadan sevmek istiyor insan, yaşadıkça mutlu olmak ve en kötü anında bile sevdiğine bir an olsun gözünü devirip lanet etmeden...
Ay Bahçesi kitabı bana bu duyguları hissettiren. Hem biraz konusuna ve hem de içeriğinde beğendiğim cümlelere dair alıntılarımı okuyabileceğiniz diğer bloğumda yazdığım Okudum yazım da burada... :)
Kristin Hannah'ın bu kitabındaki Selena ve Ian'ın aşkı, "Yahu bu saflığı neden bu dünyada arayıp da bulamıyoruz ki?" dedirtti ama çok geçmeden de şunu dedirtti; "Bir söz vardır Didem; bulamıyor değilsin, henüz zamanı gelmemiştir. Sen o aradığına uygun kıvamda hayatını şekillendirmeye devam ediyor musun, elbet seni bulacaktır. Şimdi değilse, başka bir zaman ve başka surette. Ama emin ol bulacaktır..."
Aşkı bulacağıma da, o varlık ile karşılaştığımda duyduğum sukunete de kavuşacağıma da inancım tam ama düşünmekten duramıyor de mi insanoğlu... Ne bizi beklemeye iten diyorum bazen, aşk olmadan dünyaya daha şevkle bağlanmayı sağlayamamak mı? Evet, belki de böyle. En azından bana öyle geliyor. Bu dünyada, bazılarımıza kalırsa; bu dünyayı gezmek, görmek ve tatmak büyük bir haz tek başına var olmasıyla. Ama bazılarımıza göre de, iki ruhun bir araya gelmesi ile beraber aşk mertebesine biriyle ulaşmak ve o aşkın küçük-saf ve bir ömür tadına doyulmayacak "Tanrının lütufu meleklerle" etrafının donatılmasına duyulan arzuyla sarmalanmak...
Yani demek istediğim, herkesin sade deyimiyle "yuva kurmak." Bir yere, birilerine, sevgi bağıyla ait olmak ve o sevgi bağıyla bir hayatı insanca ve anlaşarak mutlulukla paylaşmak. Bunları arzulamak bir zamanlar beni çok rahatsız ediyordu, "Var olduğum yerden mi memnun değilim sanki?" dedirtiyordu. Oysa şu an isterken de, o an isterken de memnuniyetsizlik değildi isteğimin nedenleri; sadece, arzu etmekti. Mutluluğu, güzel hülyalı günleri ve geceleri; kendi oluşturmak istediğin aileyi de ailene katmayı... Yaşsal mevzulardır belki de bu hissettiklerim. :)
"Bir Film İzledim, Hayatım Mı Değişti?"; Senden Önce Ben (Me Before You)...
Hiç anlamazdım, "bir film izledim hayatım değişti!" diyenleri. Birçok kez birçok filmi küçümsedim, bir çok kitabı da; bu filmi de küçümsediğim gibi... Öyle ya, birine güzel gelen şey bir başkasına güzel gelmek zorunda da değildi. Bunu daha iyi kabullendim ki, "Bir Film İzledim, belki de hayatımı değiştirecek." diyorum şimdi...
Senden Önce Ben; Ruhuma kalbime dokunan ve bana kendi korkularımı hissettiren ve çokça ağlatan bir film oldu. İnanır mısınız (Ki ben bile inanamıyorum) afişini gördüğümde tüylerim ürperiyor. Ömrün boyunca izlediğin en iyi film miydi, diyeceksiniz. Hayır, ömrüm boyunca daha iyi filmler de izledim. Ama o filmlerin arasına bir film daha eklendi. Benim için esaslı bir şekilde. Çünkü beni o gün o gece ağlatan, filmin bana hissettirdikleri idi. Filmde bulduğum kendi korkularım, kötü hissiyatlarımın gün yüzüne çıkması ve çaresizliği hissedip de o çaresizliğe geri dönme korkumdu..
Bazı filmler ruha daha esaslı dokunuyormuş ki, diyormuş insanlar o malum sözü. "Bir film izledim, bir kitap okudum, hayatım değişti." diye bir şey varmış. Benim ruhuma, korkularıma ve düşüncelerime dokundu Senden Önce Ben filmi. Üstelik izlememek için çok direnmiştim ve de sadece drama yapıyorlardır diye önyargılı davranmıştım daha öncesinde bu filme... Kendime bahane bulmuştum; kitabını okumadan izlemeyeceğim bu filmi, diye. Ama hayatın akışı bu belki de. Arayışta olduğum bir anda, "İzle şu filmi" dedi içimden bir his...
Düşündüğüm hep, yapmak istediklerim varken, neden duruyorumdu? O gece filmi izlerken bu soru kendini tekrarlayarak içimi taşırdı. 30 Nisan 2018 gecesi, sabaha karşı; kararlılığımın doruk noktasına ulaştım. O gece kararlılığımı, bloğumda şu yazımda da anlatmıştım. O sabah uyuyup uyandığımda, ben hayallerimi gerçekleştirmek için yazmaya yeniden başladım ve kararlılığım diğerleri gibi sönüp gitmiyor. Bir de; bu sefer benim elden bırakmaya da hiç niyetim yok, bu güzelliği bulmuşken kaybetmeye! :)
Bana Göre, Son Zamanların En Amacına Uygun Dizisi; Sen Anlat Karadeniz...
Çok yorum alıyor, çok söyleniliyor ama Sen Anlat Karadeniz dizisi bence son zamanların en amacına uygun dizisi. Konuşulmayan her şey daha kötüye gitmeye meyillidir diyorum ya, dizinin işlediği konu da bu yoruma tam uygun; ülkemizde kadına şiddet ve toplumuzda önemsenmemesi... Tabu haline getirdiğimiz her şey yanlış yönlere gitmeye gebedir hala düşündüğüm üzere. Filmde görüp de, "Yok canım, daha neler" dedikleri her şeyin daha fenası bizim toplumumuzda ne yazık ki var... Büyüklerimden dinlediğim üzere, hiçbirine yaşadığım toplumu bildiğimden dolayı çok aşırı şaşırıyorum diyemem.
Annem ve babamların memleketi Sivas. 2-3'ten fazla bir araya gelinip toplanıldı mı, bir de eski konular açılıverdi mi, köyden bahsedildi mi, öylesine derin konulara giriliyor ki; boşuna sosyoloji okumamışım diyorum, onları dinlemeye ve kendi düşüncelerimde irdelemeye bayılıyorum...
Sen Anlat Karadeniz'de; Karadeniz'e bir adamın yaşattığı zülumlerle dolu hayatından kurtarılıp getirilen Nefes ve de onu koruyup kollamaya ant içen -ama sözde geleneklerine çok bağlı köylü halkı bulunan bir yerde- Karadeniz'in Trabzon ilçesine bağlı bir köyde yaşayan Deli Tahir var. Bu şartlar altında birbirlerini severlerse ne olur, yer yerinden oynuyor tabii. Çünkü saçma bir düşünce var, bekar kızlar dururken "çocuklu kadına aşık olmak" da nedir?
Ne yazık ki ülkemizde, insana insan gibi davranılmıyor. Acı çekene, ne yaşamış dinlediği halde inanmamak gibi bir tavır alıyorlar. Kötüyü benimsemek var, çünkü kadın bile kadına güvenmiyor. O yüzden gerçeği hiçbir zaman görmüyorlar. Çocuklu olması yetiyor onlara, kendilerinden bilmemek adına. Kadın kadından bile değer görmüyor ülkemde, ne yazık ki...
Ve dünkü bölümde Tahir ile Nefes evlendi. Şimdilik dünkü bölümden konuşacak olursam; dizideki birkaç kadın haricinde her kadın dedi ki, "çocuklu kadınla evlendi, bunca bekar kız varken." Bu fikir ne yazık ki öyle yaygınlaşmış ki, kadın bir kez evlendi ise ve mutsuz değil ise ayrılmaya hakkı yok görülür Anadolu'da ülkemde. Bu durum beni çok ama çok üzüyor düşündükçe, benim ülkemde kadına değer verilmez ise; nasıl gelişeceğiz ve geliştireceğiz biz yeni nesilleri...
Sadece tek bir noktaya değiniyorum, kadına şiddete ve de kadına inanılmamasını geçiyorum ve dizide gösterilmesine nefret dolu bir çevre var ama ben gösterilmesinden de yanayım. Anlamıyor kimse yoksa, ülkemizdekileri görmezden geliyorlar. "Yapmayın, etmeyin" diye bağırasım geliyor. Diyorum ki işte, son zamanlarda izlediğim ve en amacına uygun "sosyolojik yaralara dokunan" konularıyla bir dizi var ise o da budur. Dizinin yazarlarını tanıdığım için, gönül rahatlığı ile şans vermiştim izlemek adına. Wattpad'deki kitaplarıyla tanımıştım ikisini de; "Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem, kaleminize sağlık. Yolunuz hep açık olsun inşallah diyorum, dizide emeği geçen her kişiyle beraber...
Bu yazımın da konuları bu kadardı. Bir dahaki "bir ..., bir ..., bir ..." tarzı yazımda görüşmek üzere; artık boşlukları gözlemlediğim her ne doldurursa... Sevgilerimle. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder