26 Temmuz 2020 Pazar

Söyleyemediklerimiz - Didem'in Gözünden


Söyleyemediğim birçok şeyi kendime biriktirdiğim bir süreci daha yaşıyorum. Yalnız hissettiğim anlarda bu sefer daha değişik düşünmeye fırsat buldum. Düşünsenize söyleyemediğiniz neler biriktirdiniz içinizde ve nasıl başa çıktınız bu hislerle? Söyleyerek toparlayabildikleriniz mi çoğunlukta, söylendikçe haksız çıkarıldığınız mı? Oysa kırgınlığınız, acınız, eksik hisleriniz hep sizinle aslında ama bunu kimse anlamıyor değil mi... Peki, kabullenmek mi gerek bu durumu yoksa yol almak mı? Düşündüm durdum ve şu sonuçlara varabildim...


Benim açımdan yine yazılması mühim bu yazıyı yazmayı düşündükten hemen sonra, bir akan su yanında veya üstünde olsam ve sadece o suya anlatsam içimdekileri dedim aslında. Ama bu yaz ne su kenarında ne de suyla bütün olabilmek mümkün oldu. Üstteki anılarımı bu yüzden birleştirdim. Bu yazıyı da, onlara anlatıyormuş gibi anlatacağım işte... Çünkü suya ne anlattıysam hiç yabancı hissettirmedi, hep kendi derdi gibi sahiplendi...

Bir zamanlar söylediğim her bir şeyi dile getirmekten vazgeçtim bu sıra. İki gün öncesine kadar, kendimi deli gibi anlatmaya devam edebilme ihtimalim benimleydi oysa. Bir arkadaşım iyi ki vazgeçirdi! "Söyledim de ne değişti diyebilirken, yine de ben söyleyeyim de" diyebiliyordum çünkü ve bu beni farketsem de inkar ettiğim düzeyde tüketmeye devam ediyordu... Aslında bu ne büyük ahmaklık, şimdi netlikle kavrıyorum. 

Derler ki, "Sana sağır olana, dilsiz olacaksın!" Her defasında tekrarlanan hayat derslerimden biri bu, ben birilerine hep kendimi anlatıyorum ve o birileri beni hep anlamamayı tercih ediyor... Sonra dönüp dilsiz olana dek, kendime yüklenip duruyorum. Vazgeçtiğim nokta da burada başlıyor, "söylendiklerim, söylemediklerim olacak artık aslında." 

Üzülerek söylüyorum ki, bu tezim ergenliğimde çok sevdiğim şu söze dayanıyor;
"Karşılıksız sevgi, yanmış bir evin anahtarı kadar gereksizdir."

Söyleyemediklerim demem de bir kelime oyunu anlarsınız ki, aslında hep söylediklerim birçok kez duyulduğu kadar algılanmamış olduğu için söyleyemediklerim olmaya mahkum edildi tarafımdan. Biri sizi duymuyorsa, kendinizi parçalasanız da neye yarar? Ama ben hep bir işe yarayacağını düşündüm işte. Saf olmayı tercih ettim biraz da, neticede hep yapmadıklarımızdan pişman oluyoruz ya! Fakat unuttuğum bir mevzu  daha vardı, "Aynı şeyi yaparak, farklı sonuçlar bulmayı düşünmek de çok saçmaydı!" Yakın ya da uzak, kavratırım kendimi dedim işte. Ama aslında bir değer çizgisini dikkate almam gerektiğini unutmuşum, duyulduğun kadar konuşmaya devam edebilirmişsin; bir süre sonra aynı şeyleri konuşmaktan da yoruluyormuşsun... Ben aynı şeyi yaparak, aynı sonuçları aldım ve en sonunda da bu söylediklerimi kavradım; bu sonuçlara ulaştım...

Vazgeçmek, dünyanın sonu değil; insani bir eylemmiş. Vazgeçmek kaybetmek de değil, yeni bir eylem planı kazanmak olabilirmiş...


Çok duygusal baktığımı kabul ediyorum aslında, "insanlar gelirler ve giderler". Bir ömür boyu her insandan aynı davranışı, aynı odaklanışı bulamayabilirsiniz. Ama değişen şeyler yine de acıtır canınızı, sizin de farklı gerekçeleriniz vardır çünkü... Eğer size gelmeyi can-ı gönülden isteyen birisi varsa, o sizin söyleyemediklerinizi de duyup gelebilir size... 

Öyle ya, sevgi bağı çok başka bir şey. Ama o bile bir zaman sonra karşılık hissedilmediği gibi cazibesini yitiriyor bazen. Eğer yıllardır o cazibeyi koruyabilir olduysanız, takıntı yapmışsınızdır aslında. O takıntınızdan vazgeçtiğinizde de, söyleyemedikleriniz kalır içinizde sevginizle baki şekilde... 

Ey okuyucu, çok sevdiğin ve değer verdiğin halde; "Beni duymuyor, görmüyor! Şayet kendisi isterse varım hayatında!" dediğiniz birileri oldu mu hayatınızda? Karşılık beklerken kırılıp, gücenip, alınıp çok söylendiğiniz ama bir türlü düzeltemediğiniz bağlantılarınız oldu mu? Benim böyle bir beklentim oldu, birilerinden işte. Çok bekledim, çok istedim ve bunu en çok özlemimden yaptım. Ama olmadı ve sonunda vazgeçtim ben de... Vazgeç sen de, içine dön! Şaka yapmıyorum, daha az can acıtıyor. Beklentiyi ne kadar sıfırlarsan o kadar iyi geçiniyormuşsun bu hayatla... Sil-at, canını yak demiyorum; sakın ha! İnsan sevdiğine, iyi vakitler geçirdiğine bunu yapamaz ki; en fazla kırılır köşesine çekilir işte. "Sadece yoksa bir oluru, dön kendi içine biraz da o çabalasın işte." Diyorum... Biliyorum bu bile can yakıyor ama buna bile beklenti koyma; ne olursa, şayet çabalarsa de! Beklentisiz ol, çıkarsız ol sadece işte! O gelirse, sen de gidersin yine... Ama artık eskisi gibi olma, elde tutulan, el uzatıldığında hep bulunan; bu çok başka bir şey işte...

İnsanları kaplumbağalara benzetmek ne kadar doğru bilmem de, ben birilerine o gün -üstteki fotoğrafta göründüğü gibi- attığımız ekmekler kadar cezbedici olamadım aslında. Elde görülmek nedir çok iyi bildim bu yüzden. Yine birilerini benim anlamak zorunda olduğumu hissettiğim, anlayışlı olması gereken kişi olduğum şu son süreçte, alıştırıldığım bu düzene çok içerlediğimi de farkettim. Aklımdan çıkmayan konular dizisi, "söylemediklerimiz" yazısını ortaya çıkardı sonra...


Biliyorum, yalnız değilim; seveniniz, sevdiğiniz, ailenizden biri, arkadaşınız, yakın veya uzak dostunuz, hepsini bırakın yaşıtım dediğiniz kuzeniniz, sizin sevginize ve verdiğiniz değere karşılık vermedi. Sizi hep öteleyen birileri oldu, birilerini ötelememiş olduysanız da. Geleceğim deyip gelmeyenler, arayacağım deyip aramayanlar; özleminize sözleriyle destek verdi de, açıkça eylemleriyle geri dönüş sağlayamadılar... Sevmekten vazgeçmek kolay bir şey değil, hele ki yapınız "nahif düşünmeyi gerektiriyorsa"! 

Üzgünüm ama olmayın nahif-mütevazı falan, bir işe yaramıyor siz sizinle kaldıkça; kendinizi sevmeniz için mütevaziliği köşeye fırlatmanız gerekiyor. Ben elimden geleni yaptım, yapıyorum da diyebiliyor musunuz? Bırakın ötesini. Yalnızlığınızı yalnızlık gibi görmekten de vazgeçince çiçek gibi olacaksınız... 

İçinizdekileri muhatap olmayanlarına anlatamadığınız için yapacaklarınıza gelince; açın benim gibi "gitmekten ayrı huzur bulduğunuz bir su fotoğrafını" ve ona anlatın derdinizi. Su kaldırıyor ve hazmediyor her bir yükü, karşısında anlattığınız sürece nasıl rahatladığınıza aklınız ermeyecek belki de; benim gibi. Ama muhatabına anlatmış gibi rahatlatabiliyor beni, kesilen nefesimi feraha çıkarıyor... :)

Bu da böyle bir yazı oldu işte; düşünmeler, fikirleşmeler, eğitimsel ve de daha fazlasının birleşimi ile... Düşündürenler, benimsetenler, iyi edenler sağolsun varolsun... 
Sevgilerimle. 
Didem'in Gözünden - Didem Köse

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder