18 Temmuz 2020 Cumartesi

Aşk 101, Yarına Tek Bilet, Konduramadım - #didemingozunden


Bir... Bir... Bir... Yazı dizimle yeniden karşındayım sevgili okur... :) "Didem'in Gözünden" serisinde, Haziran'da izleme fırsatı bulduğum bir dizi ve bir filmden, çok severek dinlemeyi hala sürdürdüğüm bir şarkıdan bahsedeceğim... Farkettim, bu zamana dek bu seriyi hiç saymadım. Bilmem kaçıncı "#didemingozunden" yazımda buluşmak güzel... :) İyi okumalar.


Aşk 101 - Bir Dizi


Kaç aydır söylenen, üzerine çok yazılan ve çok eleştirilen "Aşk 101"i, Haziran ayında oturup annem ve babamla izledik. Yanlış hatırlamıyorsam, 3 günde bitirdik. Bir gün erken kalkacağımızdan sebep az bölüm izlemiştik ama diğer günler en az üçer bölüm izledik ve bitirdik... Bizim için abartıldığı kadar kötü bir dizi değildi. Bir de çok eleştirenlere, böyle öğrenci mi olur böyle okul mu olur diyenlere; o bir senaryo, evet abartıldığı noktalar gerçekten çok abartıydı ama bakılması gereken noktalara bakılmadan eleştirildiğini düşünüyorum...

Dizinin tüm bölümlerinin sonucunda bir puan verecek olsam; sürükleyici olduğu için, oyuncular başarılı oldukları için, müzikler ve mekan seçimleri çok hoş olduğu için 10 üzerinden 5 veririm... Fakat çok fazla küfür kullanıldığı için, çoğu zaman küfürsüz konuşulmadığı için, derdi olduğu halde derdi haksız şekillerde savunduğu için ve bunu genç oldukları gerekçesiyle fazlasıyla saygısızlık çerçevesinde gösterdikleri için 10 üzerinden 3 verirdim.... Yani ortalama alacak olursak, film 7-8 gibi güzel bir puan alabilecekken; bu söylediklerim sebepli 4 puan alıyor benden aslında. Ama ona rağmen bile diziyi sevdim, izletti ve şaşırttı üstelik... 

Dizide 4 gencimiz var, 4'ü de kendince sebeplerle okulda asabilik gösteriyorlar. Kavgalar ediyorlar, okulun düzenini bozuyorlar ve hiçbir şekilde de kendilerini haksız görmüyorlar. İşte bu bariz abartı... En kötü okulda bile bunu yapmamalısınız. Okul dediğimiz bu değildir zira...

Bu 4 gencin, her birinin yaptığı taşkınlıklar sebebiyle "bir kez daha disipline çağırılmalarıyla", okuldan atılmaları konuşuluyor ilk bölümlerde. Fakat bir öğretmenimiz var ki, çocukları okuldan atmanın hata olacağını, toplumdan uzaklaştırmak da olacağını savunarak, ret oyu kullanarak çocukları koruma altına alıyor... (Bizim okul sistemini başından beri düşünecek olursak, kırk da kötü olsa der büyüklerimiz, üst üste hataları ve düzen bozucu kişilere tavırlarda katıdır; okul öğretmenleri olamasa bile, müfettişler ve Milli Eğitim görevlileri bu durumu ciddiye alır ve gereğini yaparlar.)

Neyse, bizim dört öğrencimiz, kendilerini koruyan öğretmeni okul başkanı olan kızımız Işık'ı köşeye çekip korkutarak öğreniyorlar. Sonucunda da Burcu öğretmenin tayininin çıktığı ve yakın zamanda gideceğini bildikleri için, bu şehre bağlı kalsın diye okulda bir öğretmene aşık etmeye karar veriyorlar. Bu öğretmen de, basketbol takımının koçu Kemal öğretmen... 

Tüm hikaye böyle başlıyor işte; küfürlerle, öğrencilerin okulda egemenlik kurma geyreti içindeymiş gibi kimseye saygı göstermemeleriyle, "kırk da kötü olsa" diyebileceğimiz ailelerinin, esasında o kadar da kötü olmadıklarını gördükçe hikayenin "haklılığına" varamadığımız şekilde bir hikaye anlatılıyor bize... 

İçlerinde tek bir öğrenciyi ailesi tarafından yalnız ve sevgisiz bırakıldığı gerekçesiyle haklı gördük ki biz, o da Mert Yazıcıoğlu adlı oyuncunun oynadığı Sinan karakteri... Mert Yazıcıoğlu dizide en iyi oynayan kişiydi ve biri taşkınlık yapacaksa, taşkınlık yapmak konusunda bir o haklıydı... Alina Boz'un oynadığı Eda karakteri de, ailesi tarafından tüm gelecek planları yapılmış bir kızı oynuyor; evet, belki onu da haklı görebiliriz. Ama esasında o rehberlik öğretmenleriyle çözülebilecek bir sorun, bizim zamanımızda öyleydi en azından... (Dizinin bu noktada, ailesinden şiddet gören, açlık ve yokluk içerisinde okumaya çalışan, cahil veya cahil olmasa bile yeniliklere kapalı kalmayı tercih eden ebeveynlerine rağmen taşkınlıklarını dizginleyebilen öğrencileri yok sayan bir senaryosu olduğunu görüp çok üzüldüm doğrusu... Ne kadar zor yaşıyor olsalar bile, sanatımız bize tahammülü öğretmeli; biz düşünebiliyoruz ama gördüğü her türlü şeye inanabilecek ölçüdeki "asi gençliğe" böyle hak savunma yöntemi öğretilmemeliydi...)

Bir sonraki film konusunda yorumumda daha net bu konudan bahsedeceğim ama "neden küfürsüz konuşmayı beceremeyen bir nesili kendilerine yakıştırabiliyor "Türk dizi-film sektörü" aklım almıyor! Dedirtti. Özgür olma güdüsünü, alkol kullanmaya özendirilme, güzel bir söz söylüyor olsa bile küfürsüz söyleyememe, beylik laflar ederken öğütler verirken ya da sevinirken bile küfürsüz ağzını açamamakla, lanetler okumadan hareket edememekle bağdaştırılmış olması; beni fazlasıyla rahatsız etti. 

Diyeceğim o ki; oyunculukların güzelliği, senaryonun özgünlüğü, bu eleştiriler altında görülmez olmuş tabii ki! Eleştirenlerin eleştirdikleri budur. İçeriğinde madde kullanımına veya eşcinselliğe dair tek bir cümle bile bulunmamasına rağmen de, yayınlandığı ilk haftada lanetler almış bir dizi aynı zamanda... Eleştirirken unutmayayım, ikinci sezonunu bekliyorum yine de. Ama daha az küfürsüz olursa, az biraz saygı duydukları bir şeyler görebilirsem, tüm abartıları görmezden gelebilirim; açık yüreklilikle söylüyorum... Bu yorumlarımın sonucunda da, 10 üzerinden 5 puan veriyorum... =)



Yarına Tek Bilet - Bir Film


* Filmin afiş görüntüleri, Google Görsellerden alıntıdır.

Sadece afişe bakabilmiş ve izleyebilmiş olsaydım, bu kadar nereye varacağını eleştiriler dolayısıyla iyice merak etmemiş olsaydım; ilk 20 dakikadan sonra kesinlikle kapatacağım bir filmdi! Netflix'te ilk Netflix yapımımız böyle bir içerikle olmamalıydı, ciddi anlamda bu benim canımı çok sıktı...


Başrollerinde ve sayılı rolleri bulunan filmde, Dilan Deniz Çiçek ve Metin Akdülger'in oynadığı Yarına Tek Bilet; fazlasıyla durağan, basite kaçılmış bir film gibi geliyor insana. Her iki oyuncuyu da çok severim, ama bu filmde Dilan Deniz Çiçek'in oyunculuğunu eksik buldum. Ki, Dilan Deniz Çiçek'in oyunculuğunu bu zamana kadar hiç eksik bulmamıştım... Film bir trende geçiyor, aynı kompartımanda yolculuk yapıyor karakterlerimiz. Biri eski sevgilisinin düğününe baskına gidiyor (Metin Akdülger); kızla aynı kompartımanda yolculuk edecekleri için, sohbet açıyorlar ve bu durum açığa çıkıyor. Ne güzel tesadüftür ki, kızımız da oğlanın kız arkadaşının müstakbel kocası ile eski sevgili çıkıyor. Kız açığa çıkarıyor, "salaksın oğlum sen, ikimizi de kandırdılar da evleniyorlar" diyor falan; böylece beraber acı çekip, acılarıyla yakınlaşıyorlar. Daha fazla da anlatmayacağım hikayeyi. Benim fazlalık olarak gördüğüm noktalar olmasaydı -bu benim fikrim- izlenebilir bir senaryo olabilirdi; ne olsa alışığız böyle klişelere... 

Metin Akdülger'in oyunculuğunu da çok beğeniyorum ki, ne yazıktır, hikayede geri planda bile kalmış kadın karakterimizin acısı yüzünden... Filmde o kadar çok küfür etti ki kadın karakter, erkek o kadar küfür etmedi. Bir kere daha izlemeye tahammülüm olsa da sayacak olsam, en fazla 3-4'tür... Bu durum beni çok rahatsız etti. Son dönemlerde hangi Türk filmini izlersem izleyeyim en basit yakarışta bile büyük küfürler ediliyor. Gerçekten bu kadar mı nefret ediyorsunuz bu hayattan??? Sanat için küfür etmek şu son dönemde iyice moda oldu. Oysa biz küfür etmeden güldürebilen tipleri izledik Yeşilçam'da, asırlarca... (abartmak önemli, yeni film sektöründe malum!) :)

Filmi izlerken kendime edilmişcesine küfüre maruz kalmış hissettim kendimi. Evet, aşk ızdıraplı, insanlar zalim, yapmaması gerekeni yapıyor herkes. Ama en basitinden, hadi kalk bakkala gidelim dese bile kötü konunun üstüne; biptiğimin bakkalına gidelim diyorlar, sorarım "Bakkal size ne etti?!"...

Kısacası, eğer nereye bağlanacağını merak etmeseydim yarım bırakır devam etmezdim. Nereye bağlandığını görünce de, o sahne için çekilmiş gibi tüylerim ürperdi. Birbirinin olan iki kişiden bahsediyorum; hayır, içinde aşk barındırmıyordu bence! Ortak acıya bağlanmış bir birliktelikti bence... Sırf bunun için çekilmiş kadar da davetkar... Daha da kötüsü şu ki, filmin sonunda İsveç yapımı bir filmden uyarlama olduğunu gördüm; daha fazla üzüldüm. Çünkü nice güzel senaristlerimizin, daha kaliteli senaryoları var. İsveç yapımı "Hur man stoppar ett bröllop (How Stop a Wedding)" isimli filmle, Netflix'te kendimizi "senaryo yazamıyoruz ve uyarlamada başarılıyız" der gibi göstermek gerekli miydi acaba?

Diyeceğim o ki; eleştirileri düzgün okusaydım, uyarlama olduğu için tepkimi koymak adına bile olsun izlemeyebilirdim. Keşke daha iyi okusaydım. Metin Akdülger'in film boyunca oyunculuğunu sevdim, Dilan Çiçek Deniz'in konuşmadığı noktalardaki sahnelerini sevdim, sanatsal olsun diye boşlukları netleştirmeleri haricinde görüntüler de fena değildi. Bu sebepten 10 üzerinden 3 veriyorum bu filme... Umuyorum, ilerleyebileceğimiz yerde geri plana düşürmekten vazgeçeriz; film sektörümüzü, dizi sektörümüzü ve her türlü üretim süreçlerimizi. Yeni şeyler denemekten vazgeçmeyeceğimiz günlere olsun... Amin :)


Sezen Aksu - Konduramadım - Bir Şarkı...


Son zamanlarda nicemizin yanlış kişilere aşık oluşlarından sonra kendimizi telkin etmelerimizi konu almış Sezen Aksu şarkısı; Konduramadım...

Daha en başından belliydi zaten
Ben ihtiyaca binaen aşk icat ettim
O kadar inadım ki kendi yalanıma
Beni geç, koca memleketi bile ikna ettim...

Diye başlıyor Sezen aksu şarkıya. Dinlerken hep "a bu benim hikayem!" dediğim için, Haziran boyunca en sık dinlediğim şarkı oldu kendisi... :) Koronavirüs'ün meşhur ettiği bir akım gereği, sanatçıların kendi videolarını şarkıyı söylerken çektikleri görüntülerle klip yapılmış. Yapılanların içinde en başarılısı olan "Zeynep Bastık'ın Her Mevsim Yazım" şarkısının klibinden sonra geliyor benim için... Hem çok sade, hem de çok hissettirildiği ölçüde yerinde!

Şarkı üstteki sözlerden sonra şöyle devam ediyor;

O seni üzer dediler
Karada yüzer dediler
Bütün alametler vardı
Ben konduramadım, konduramadım
Konduramadım, konduramadım, konduramadım

Dinledikçe aklıma bana verilen öğütler geliyor, bugün olsa yine dinlemeyip kendi bildiğimi okuyacağım geliyor. Şayet böyle olacağını bilsem elbette söz dinlerdim, diyorum sonra. Ama kalbimizi kıran kırıyor, sevgisine inandığımız çok büyük yalanlar söyleyip incitiyor; verdiğimiz kararların sonucunu bilemeden deneye yanıla öğreniyoruz işte... Şarkı "tamam bu" dedirtiyor da, çok basit bir kuralın ve hareket ediş yönteminin basitçe ele alınmış hali. "Konduramıyoruz!" İnsanlar o kadar çok yüzlüler ki, hala yer yer sinirleniyoruz; geçmişte incindiğimiz yerlerden hala inciniyormuş gibi hissediyoruz ama olan oldu geri de alamıyoruz...

Konduramadıklarımız konusunda kendimizi telkin edelim, kırıldığımız yerleri toparlayalım ve artık önümüze bakalım diye yazmış bence Sezen Aksu... Kalemine sağlık. :) Amacına uygun, acıtmadan rahat hissettiren ve "Evet, konduramadım. Ama geçti." diyebileceğiniz bir rahatlama şarkısı. Bence! :) 


İşte böyle; iyi seyirler olsun, iyi dinlemeler olsun diye eleştirel bakış açımı buraya bıraktım. En azından işini doğru ve layıkıyla yapanlara hakkı verilsin istediğim için, küfürle ve saygısızlığı haklı taraf gibi göstermenin yanlışlığından bahsettim. Benim içimde birikenleri bloğuma yazmasam olmazdı... Aşk 101'den bahsediyorum, küfür de saygısızlık da aşırıydı. Yarına tek bilet de öyleydi tabi... Aşk 101'in ilk sezonu öyle bir yerde bitti ki, devamı gelecek mi bilmiyoruz; ama umuyorum ikinci sezon daha iyi ve daha tatmin edici olur. En azından soru işaretleri cevabını bulabilir...

Okuduğunuz için teşekkürlerimle, tahammülsüzlüklerime katlandığınız için minnettarım. :)
Yorumlarda buluşalım görüşelim isterim.
Sevgilerimle... =)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder