6 Aralık 2020 Pazar
Engelli Emojisi Ve Sosyal Medya Kullanımı - Didem'in Gözünden
20 Kasım 2020 Cuma
Bin Ömrüm Olsa, Psycho But İt's Okay, The Knight Before Christmas - Kitap, Dizi, Film #didemingozunden
Bir Kitap Bir Dizi Bir Film ile geldim; en son okuduğum kitap, en son izlemeyi bitirdiğim dizi, en son izlediğim film ile... Hepsi Kasım 2020'nin haberleri, Didem'in Gözünden... :) İyi okumalar dilerim şimdiden...
Bin Ömrüm Olsa - Kristin Hannah
"Ölüm insanın dikkatinden kaçan bir şey değildir. Bir... etki yaratır." (Sayfa 78)
"Bana öyle bir şey söyle ki yarın seni
bugünden daha iyi tanıyayım." (Sayfa 254)
Bütün projelerin başlangıcı aynıydı. Veri topla ve bilgi
bul. Bir bilim insanı olarak özellikle çok zor bir projeyi nasıl yavaş yavaş
alacağını, başlamadan önce etraflıca inceleme yapması gerektiğini öğrenmişti. Tek
yanlış adım, aceleyle konmuş bir teşhis, deneyin tamamını berbat edebilirdi. (Sayfa 326)
Psycho But İt's Okay - Netflix Dizisi
“Acı veren, sancılı anlar. Pişmanlık içeren anlar.
Can yaktığımız ve canımızın yandığı anlar.
Terk edilmenin anıları.
Sadece böyle anıları kalbinde taşıyanlar,
Daha güçlü, tutkulu ve duygusal açıdan esnek olabilir.
Sadece onlar mutluluğu elde edebilir.”
Sakın unutma. Her şeyi hatırla ve aş. Eğer aşamazsan her zaman ruhu büyümemiş bir çocuk olarak kalırsın.” (1. Bölüm)
Dizinin ana öğüdü buydu aslında; hep bunun etrafında şekillendi ve devam etti. Herkes geçmişte yaşıyor bir şeyler ama her kim aşarsa büyüyecek ve devam edecek hayatına... Küçükken yönlendirilmiş olabilirsin, ezilmiş olabilirsin, sevgisiz kalmış ve sevgiden uzaklaştırılmış olabilirsin; "dön ve şimdiye bak, şimdini şekillendir" diyor dizide bolca...
"Birine ihtiyacın varken önüne çıkarsa, buna kader denir. (1.Sezon
11. Bölüm) " diyor sonra dizi;
Yalnız kalmayı marifet sayan ve öfkesini büyüten insanların, esasında kalbini açtığı zaman mutluluğu ve kaderini değiştirebileceğini öğretiyor. Güvenmeyi, masallara bakış açını değiştirmeyi ve kendi içinde aşman gereken düşünceleri aştığın zaman esas sen'e kavuşacağını söylüyor...
Esas karakterlerimiz çok zor oluyor ama abi kardeş ve masal yazarımız bir araya gelene kadar çok zorlanıyorlar. Onların karmaşasını anlatmadan devam edeceğim, 16 bölümü anlatmam hiç doğru olmaz. İzlemenizi ısrarla tavsiye ediyorum bu yüzden. Bir olmayı öneriyor dizi, aslında bugünlerimizi anlatıyor; "Birlikte güçlüyüz, ayrıyken ölüyüz. (1. Sezon 14. Bölüm)" diyerek.
Dizinin içerisindeki görüntü çalışmaları da, karakterlerin ses ve karizma çalışmaları da, sahne çalışmaları da çok güzeldi! Dediğim gibi, ben en çok masal çalışmalarını sevdim; çünkü bir dizi için o masal kitaplarının yazılmış, çizilmiş ve basılmış olması beni çok etkiledi! Annesi Korenin en iyi kadın yazarı olan Ko Moon-Young, Korenin en iyi masal yazarı... Bu masal yazarımız, küçüklüğünden beri yaşadıklarını öyle içselleştirmiş ki; içinin karasını, masallara aktarmış. Onun için anlatım, hep en acı haliyle varolmuş; çünkü ötesini bilmiyormuş...
Geçmişinde en sevdiği arkadaşını bulunca değişen birçok haliyle, Ko Moon-Young'un da kalbinde çiçekler açmaya başlıyor işte. Zorlu oluyor ama oluyor. Kendisi gibi sevgisiz büyüdüğünü sanan arkadaşıyla, eksik yanlarını tamamlıyorlar. Buna da şöyle diyorlar filmde;
İnsanlar zayıf oldukları için birlik olurlar. Birbirimize böyle dayanırız. Bizi insan yapan budur. (1. Sezon 15. Bölüm)
Yani son olarak filmin son bölüm öğüdü olarak, katıldığım son cümleyi de buraya ekleyelim;
Haklısın. Silemiyorsan daha iyi bir şeyle üstünü kapamalısın. (1.Sezon 16. Bölüm)
The Knight Before Christmas - Netflix Filmi
22 Ekim 2020 Perşembe
İyi Günde Kötü Günde, Dizi Yorumum - #didemingozunden
Biraz aradan sonra yeniden merhabalar. :)
Umarım Didem'in Gözünden adlı bu bloğumun varlığını unutmamışsınızdır, ya da umarım orada birileri vardır! =)
Bugün geçtiğimiz günlerde biten bir dizi hakkında olumlu görüşlerimi yazabilmek için buradayım ve bu sefer çoğunluk olumsuz görüşler bildirmiş durumda... Bense neden benim gördüğüm güzelliği bu kadar az kişi görebilmiş şaşırmaktayım hala!
17.10.2020 Cumartesi günü akşamı, kısa süren ekran hayatına 6. Bölümüyle veda eden "İyi Günde Kötü Günde" adlı dizinin finali vardı. Üstte afişini paylaştığım üzere de görüldüğü gibi; başrollerinde Elçin Sangu - Leyla karakteriyle, Yasemin Allen - Melissa karakteriyle ve Ozan Dolunay - Sarp karakteriyle yer alıyor.
Dizilerde sadece ve sadece "aşk"ın varlığını görmek isteyen seyirci çoğunluğumuz çok fazla. Öncelikle buna bu sefer ciddi anlamda üzüldüm. Ben Leyla adlı karakterle empati kurdum ve şöyle düşündüm; çok seviyor olsa da insan affedemeyebilir işte. Çünkü hayatlar sadece karşı cinslerin aşkları üzerine kurulmuş değil... Aşk var diye geri kalan her şeyin varlığını inkar eden kişiler, dizinin vermiş olabileceği mesajı görememiş olabilir. Veyahut, o mesajı verebilen dizi ve filmlere duyduğum saygıdan olsa gerek; ben bu sona çok sevindim... Çoğunluk, sevenler neden kavuşamadı diye isyan etti. Oysa o sevenlerin yaşadığı ayrılık birçok konuda birbirinden uzaklaştırdı. İşte bunu es geçmemek gerekli...
Hikayemiz Sarp karakterinin çok sevdiği nişanlısı Leyla'yı düğün günü terkedip gitmesinin ardından, 5 yıl sonrasında başlıyor ve devam ediyor... Leyla'mız iyi bir organizatör şirketinin başarılı bir çalışanı artık. Kendi düğününde mutluluğu bulamamış, nice çiftin düğününü en güzel ve en mükemmel kılmaktır belki yapmam gereken demiş ve hayatına devam etme kararı almış...
5 yıl geçtikten sonra, 5 yılın sonunda patronunun kızı Londra'dan erkek arkadaşıyla evlenme kararı alarak dönüyor. Leyla'nın patronu Aslıhan hanım da madem öyle kızımın düğününü en sevdiğim çalışanım "Leyla" organize etsin diyor ve hikayemiz böyle devam ediyor...
Bilmeyenlerin de tahmin ettiği gibi, patronun nişanlısı düğünde Leyla'yı terk eden beyimiz Sarp. Eski aşıkların karşılaşması ile güzel bir hikaye oluşuyor aslında, komedi ve dramı bir arada izliyoruz. O git gel duyguları güzel yaşatan bir dizi idi... Ama bu dizi fikri tutmayınca reytinglerde, erken final kararı alınmış ve 6. Bölümde de dizi bize veda etmek durumunda kalmış işte...
Dizinin girdiği karmaşaları, o karmaşaları nasıl anlattığını konu etmeyeceğim; izlemek isteyenler için 5 bölüm çok da fazla değil bence... Ama son bölüm, beklenen mutlu sondan öte çok güzel ve yerinde sahneler içeriyordu. Bunu çoğunluğun anlamaması üzdü beni... Şimdi kısaca anlatacağım sizlere de;
5 yıl önce aynı üniversitede okuduğun ve sevgili olduğun adam, ailesiyle dahi tanıştırmamış olan ve seni en güzel gününüzde "sebep belirtmeden bırakıp gidiyor." Ve bu çok sevdiğin adam yıllar sonra karşına çıkıyor; evlendirmek zorunda kalıyorsun ama sen bundan gocunmamak için direniyorken, o seni işinden etmek için uğraşıyor. "Git buradan, bizi bu duruma sokma" diyor. Kızımız en mantıklı şekilde "Ben niye gidiyorum, bunca yıldan sonra gelen sensin. Beni kurulu düzenimden etme, istiyorsan sen git!" diyor. Sonra kızımız gitmeyi bir ara düşünüyor da, ama sonra o gitme çabasının altında bile eski nişanlısı Sarp'ın parmağı olduğunu çok çabuk öğreniyor. Meğer uluslararası davetler hazırlayan bir firmadan gelen iş teklifini ayarlayan kişi, eski nişanlısı Sarpmış. Çünkü yıllar öncesinden hem çalışıp hem gezme hayalini sevdiği adama söylemiş; beraber gerçekleştirmek isterlermiş üstelik bu hayali... Neyse ki, Leyla anlıyor da biliyor yapacağını işte. Dönüp savaşmaya devam ediyor...
Leyla hala sevdiğini itiraf edemese de, onun için öfkesi daha ön planda yer alsa da; Sarp ciddi anlamda hala unutamadığını görüyor zamanla. Melissa ile bir daha eskisi gibi olamıyor son bölümlerde; sebepsiz kavgalar, uzaklaşmalar, kendini Leyla'nın yanında bulmalar... Velhasıl, dizinin sonlarına doğru bir şekilde bu düğünün iptal olma yolunda olduğu beliriyor. Leyla ile Sarp görüşüp konuşuyor; Sarp her şeyi anlatacağım Melissa'ya çok yalan söyledim diyor, Leyla ise Melissa'ya onu anlatması fikrinin iyi olmadığını anlatıyor Sarp'a. Beni bu işe karıştırma diyor kısaca, ben yoluma devam etmek istiyorum. Bir şeyler değişiyor bir şekilde...
Sonra esas kızımız önce işinden kovuluyor, oraları anlatmayayım; Sarp'ın annesi Leyla'yı öğrenince, kuyusunu kazıyor zira. Sonrasında işini geri alabilmek için bir davete katılıyor Sarp ve Leyla ve Leyla işine dönmeden önceki gün Sarp gidip Melissa'ya ayrılmak istediğini anlatıyor. Sebebinin de ondan önceki kız olduğunu söylüyor sadece, Leyla'yı bu işe karıştırmıyor..
Filmin sonuna doğru, Sarp'ın Leyla'dan af dileme sahnesini ve sözde neden terkettiğini anlattığını söylediği sahneleri izliyoruz; Leyla'nın anlatımıyla. Sarp diyor ki, bu akşam uçağım var ve benimle gelmeni istiyorum. Biliyorum gelmezsin, ama umut hep vardır. Beni görmek için bile olsa gelirsen, o bana yeter... Leyla, "bir gün, belki" diyor. Altta paylaştığım videodaki konuşmayı yapıyor;
Leyla Ertekin'in o konuşması;
Ben devam ediyorum; sevdiğim diğer şeyleri yapmaya, çalışmaya ve hayatımdaki Mine'leri iyilikle terbiye etmeye. Çünkü Mine'lerin de aslında bir yerde kalbi kırıktır."
"Öğrenmeye devam ediyorum, doğru insanları örnek almaya, tek başıma dimdik güçlü durmaya. Bazı geri kafalıların aksine evet kadın başıma ama gururla."
"Sarp haklıydı ama! Umut hep vardır. 'Belki bir gün'ler vardır.."
Bir dizide gerçekliği izledik yani, kırılan ve kırıldığı yerden karşısındakine o kadar da kolay doğrulmayan bir kadını izledik...
Bu son, erken gelen bir final için yapılan bir sondu. Tamam, ben de kabul ediyorum; Sarp'ın Leyla'yı neden terk ettiğini bile netlikle öğrenememiş olmamız büyük bir ayıptı bizlere. Ama erken gelen bir final için 6 bölümde yaşanılan git geller ve yapılamayan bir açıklamanın ardından, barışıp kavuşma ne kadar gerçekçi olabilirdi ki?
Benim netlikle yorumum ve görüşüm şudur ki; Düğün günü terk edilip güveni hayat boyu yara almış birinin sevdiği -adam ya da kadın-, evlenme kararı aldığı başka biriyle döndükten sonra eski nişanlısına sevgisini netlikle hatırlayıp af dilemiş ve pişman olmuş olabilir. Tamam ama çok sevse bile ikili ilişkide sarsılan güven unsuru sebebiyle "ÖNCE BEN" diyebilen ve affedemeyen terkedilen tarafımız, illa ki sevdiği için geri dönmek zorunda değildir. Bu biraz karakter meselesidir, biraz da hayatın gidişatı üzerine verilen kararlardır! Hayata devam etmek de bir seçenektir ve bu da çok güzel bir seçenektir. Verilen zorlu kararın arkasında durulması gerekir bazen. Ömür boyu unutulamayan o büyük hayal kırıklığı ile yaşamayı seçmemek de bir tercihtir, bence aynı hatayı yaşar mıyız diye düşünmektense güzel de bir tercihtir!
Şöyle dedim Twitter'da o akşam;
Diyeceğim o ki; bir dizi, gerçeklik ve samimiyet içeriyorsa izlenmiyor. Ne acı! Erkek ne yapmış olursa olsun, kadın hep ama hep onu affetsin isteniyor. Sırf kendi yolunu çiziyor kadınlarımız diye cinayetler işleniyorken bu ülkede; halkın böyle dizileri izlememeyi tercih ettiği, kadını güçlü görmeye tahammül edemediği bir gerçek değil mi?
26 Ağustos 2020 Çarşamba
Duygularımla Savaşıyorum - Didem'in Gözünden
Öğlen bir arkadaşımdan, biraz üzücü biraz da onun iyiliğine olabilecek açıda bir haber aldım. Kısaca bahsedecek olursam (o da ileride okuduğumda benim de "neydi bu?" diye aklımda soru işareti kalmasın diye!), bir arkadaşım hastaneye yatma kararı almış bu öğlen; hastalığı için, kendisi de inansa bu yatışın ona iyi gelebileceğine inanışım var biraz ama hayırlısı işte...
Şimdi böyle bir mevzu olduğunda da bugün olmuş hala duygularımla savaş halindeyim. Üzgünüm, yorgunum, hayata kırgınım. Hislerime sahip çıkmam gerek, hayatımı sadece üzüntülere odaklı yaşamamam gerek; her şey olacağına varacaktır, "bazen bir şeyler için illa ki uğraşırız ama değiştiremeyiz" diyebilmek gerek... Ama şayet değiştirebileceğim bir şeyler olabilseydi şu hayatta, insanoğlunun karşı koymaya çalışıp da değiştiremediği birçok duruma karşı bir şeyler yapabilmeyi dilerdim... Arkadaşım içinse bugün yine çok fazla şey diliyorum...
Bir değil, onun yaşadıkları ile benim yaşadıklarım benzer bile değil. Ama yaşadığımız birçok içsel savaş, birbirine benzer halde... Değiştiremediğimiz olgular, olsun istediklerimiz ve böyle olmayacaktı dediğimiz çok şey var. Bunun için duygularımızla savaşıyoruz zaten. Çoğu zaman dün ile bugün birbirini tutmuyor, tutamıyor ve "bugüne şükretmeyi gereklilik bilsek de" her an duygularımızla kavgamız ve savaşımız da devam ediyor...
Bugün arkadaşım neler hissediyor, neler düşünüyor, kendisine iyi gelebilecek bir şeyler umuyor mu buluyor mu bilemiyorum; kendimi o sebepten yine garip hissediyorum... İşte ben de onun için sadece umuyor ve dualarımı sürdürmeye devam ediyorum. Bazen sadece "biz ne zaman böyle olduk" diyorum. Bir şeye dair veya değil, dünlerimizde ikimizin hayalleri de bugünkü gibi değildi dediğim noktalar var... Misal o bu yaşında hastanede olmayacaktı da, başka bir yerde hayatını yaşıyor olacaktı; günler geçerken, geleceği nasıl da dünlerdeki hayaller gibi şekillendiremiyoruz... Bazen ben de anlayamıyorum! Kurduklarımız, kuramadıklarımız ve doğru diye verdiğimiz kararlar; bizi bu taraflara mı getirecekti?
Bugün olmuş bana "5 yıl sonraki halini görmek ister misin?" diye soranlara yine de "Hayır!" diyorum. Demeye de devam edeceğim. Bilmemek, bilememek, çoktan seçmeli bir sınavın ortasında bizi götürdüğü yerleri yaşamak hala güzel geliyor; tüm olan bitene rağmen üstelik...
Bu yazıyı yazmak üzere bu başlığı koyduğumda, içimdeki hislerden bahsedecektim aslında; hatırlıyorum. İçimdeki çoktan seçmeli sınavın tercih edebileceğim diğer şıklarının getirebileceği hayatımı düşünüyordum yine. Hala düşünüyorum bazen... İçimde bana hissettirdiklerini anlatamayacağım bir garip taraf var, bazen çok ama çok konuşuyor. İşte o zaman diliminde yazacaktım bu yazıyı ama iyi ki yazmışım. Tamamıyla saçmalık! Bir tek dün-bugün-yarın var, insan kendi tercihlerini yaşıyor. Devam edebileceği bir hayatı; eğer uyanırsa yarına, "yarın" diye bir olgusu var... Hayat gelip geçici tek giriş hakkı verilen küçük sınavlardan oluşmakta, daima...
Bunları biliyor olduğumuz halde, bugünde yaşadığımız karmaşalar ne kadar garip. Neden geçmişle bugünü, bugünle yaşayamadıklarımızı kıyaslıyoruz? Ya da kıyaslıyorum! (Bir önceki zaman diliminde, yani Temmuz ayında Taslaklara düşmeseydi bu başlık da yazı olsaydı eğer; size haklılığını anlatabilirdim o saçmalığımın..)
Şimdi saçma geliyor, Temmuz ayında düşündüğüm karmaşa bana saçma geliyor. Bir tek yapmam gereken şey var, şu anı yaşamak. Bu anı en layıkıyla yaşamak ve yapamadıklarıma, yapamıyor olduklarıma odaklanmadan yaşamak... Karmaşık olduğu kadar da kolay esasında. Duygularımla savaşmanın bir faydası yok, duygularımızla savaşmamanın verdiği çok fayda var... Bunu da son bir ayda netleştirebildim kafamda...
Bu yazıdaki resimlerim gibi görüntüleri sadece yazılarım için çekmiyorum, bir o kadar bana iyi geliyorlar diye çekiyorum. Her baktığımda bana "ben böyle güzellikler görebiliyorum" dedirtiyorlar. Bunu da zamanla kavradım mesela. İçine düştüğümüz savaş durumlarını zamana bırakabilmek çok zorlu, ama bir o kadar da insanı rahatlatan unsurlar aslında. Çektiğimiz fotoğraflar da, bir an sadece doğa fotoğrafı ama aslında her baktığımızda rahatlatan hayatın parçalarından...
Hani çok sıkıntılı dönemden geçerken, o zamana sıkışmışız gibi hissediyoruz. Hani büyüklerimiz söylüyor bize sonra, misal annem gibi, "her kışın bir yazı, her gecenin de bir sabahı var kızım!". Hayat işte böyle; gecelerin sabaha döndüğü, sabahlarımızın bazı kişiler tarafından geceye dönüştürüldüğü ve yine o dönüştürülen gecenin sabaha dönmesini sabırla beklerken dönen düzenin içinde devam ediyor...
Karışık yazdığımı düşünüyorum fikirlerimi yazıya dökerken, ama her defasında! Eskiden bu yazdıklarımı, "saçmalıyorum" diye silmeyi düşleyerek kendimi duraklatıyordum. Hep içimde kalıyordu sonra. Ama zamanla yaza yaza çözüldüğümü farkettim! Şimdi karışık geliyor, yazarken çözülüyorum; bazen sonunu getirmiş bile olsam, "tam dökülmemiş gibi hissediyorum". Yazımı yayınlıyorum ve ertesi güne okuyorum, eksik bile buluyorum ama fazla görmüyorum. Şu an yazarken de tam bunları hissediyorum...
15 Ağustos 2020 Cumartesi
Masallardan Geriye Kalan, Chesapeake Shores, Dil Tengi - #didemingozunden
Bir Film (bayramın ilk günü izlemiştim), Bir Dizi (Bayramdan sonra başladım) ve Bir Müzik grubu (bayramdan önce keşfettim ve bırakamıyorum) ile karşınızdayım bugün. :))
3 hafta sonra yeniden merhaba ve iyi okumalar diliyorum sizlere... Daha önceki bu tarz yazılarımı da burada bulabilirsiniz...
26 Temmuz 2020 Pazar
Söyleyemediklerimiz - Didem'in Gözünden
Söyleyemediğim birçok şeyi kendime biriktirdiğim bir süreci daha yaşıyorum. Yalnız hissettiğim anlarda bu sefer daha değişik düşünmeye fırsat buldum. Düşünsenize söyleyemediğiniz neler biriktirdiniz içinizde ve nasıl başa çıktınız bu hislerle? Söyleyerek toparlayabildikleriniz mi çoğunlukta, söylendikçe haksız çıkarıldığınız mı? Oysa kırgınlığınız, acınız, eksik hisleriniz hep sizinle aslında ama bunu kimse anlamıyor değil mi... Peki, kabullenmek mi gerek bu durumu yoksa yol almak mı? Düşündüm durdum ve şu sonuçlara varabildim...
18 Temmuz 2020 Cumartesi
Aşk 101, Yarına Tek Bilet, Konduramadım - #didemingozunden
Bir... Bir... Bir... Yazı dizimle yeniden karşındayım sevgili okur... :) "Didem'in Gözünden" serisinde, Haziran'da izleme fırsatı bulduğum bir dizi ve bir filmden, çok severek dinlemeyi hala sürdürdüğüm bir şarkıdan bahsedeceğim... Farkettim, bu zamana dek bu seriyi hiç saymadım. Bilmem kaçıncı "#didemingozunden" yazımda buluşmak güzel... :) İyi okumalar.
Diyeceğim o ki; eleştirileri düzgün okusaydım, uyarlama olduğu için tepkimi koymak adına bile olsun izlemeyebilirdim. Keşke daha iyi okusaydım. Metin Akdülger'in film boyunca oyunculuğunu sevdim, Dilan Çiçek Deniz'in konuşmadığı noktalardaki sahnelerini sevdim, sanatsal olsun diye boşlukları netleştirmeleri haricinde görüntüler de fena değildi. Bu sebepten 10 üzerinden 3 veriyorum bu filme... Umuyorum, ilerleyebileceğimiz yerde geri plana düşürmekten vazgeçeriz; film sektörümüzü, dizi sektörümüzü ve her türlü üretim süreçlerimizi. Yeni şeyler denemekten vazgeçmeyeceğimiz günlere olsun... Amin :)
15 Temmuz 2020 Çarşamba
Dikkat Unsuru Ve Çifte Standart - Didem'in Gözünden
Haftaya bomba gibi haberlerle, komplolarla, gerek doğrulayanlar gerekse de yalanlayanlarla ama esas noktalara değinebilen az insan grubuyla ve birçoğunun da "Aman canım sizde"cilikleriyle başladık. Abartısız böyle başladım haftaya, düşük modla, hayretle ve sıkıntıyla...
"Çocuk İstismarı Hep Vardı" Deme! Dikkat Et İşte...
Böyle bir durumu duyduğunuzda, tüm delilleriyle beraber mantıksızlığını öne sürdüklerinde kanınız donar değil mi? Benim de kanım dondu. Araştıramadım, açıp bakamadım o kodları yapıştırmaya fırsatım olmadı; haberleri yayıldıktan sonra fahiş fiyatlı ürünler de acilen kaldırılmış söylenene göre. Doğrusu işime de gelmedi biraz, araştırmak ve bulmakla gerçekliğine inanmak beni çok korkutacaktı. Kafamı takmak istemedim ama modum düştü bu haberlere... Nasıl düşmez ki? Çocuklar üzerinden, savaş mağduru veya kayıp çocuklar üzerinden "algı bile olsa" öne atılan her cümle çok kötüydü...
Neyse, korkuyla okudum ve korkuyla izledim. Akşama doğru tüm haberler doğrularıyla yalanlanarak, sözde böyle bir şey olmadığı söylendi. Ama en korkuncu o süreçte ve sonrasındaki yorumlardı. Düşünün, buna bir inananlar var ve bir de inanmayanlar. İnananlar, çocuklara karşı düzenlenen kötülüklerin "ortaya çıktıysa" son bulması için birilerini harekete geçirmek istiyorlardı. Sözde dünya üzerinde en büyük kötülük çocuklara yapılıyor diyoruz ya, "gerçek ya da değil" ses çıkarmamak nasıl mümkün olabilir? İnanmayanlara gelince, böyle bir saçmalık olamayacağını düşündüklerini söyleyerek "sözde kara mizah" yayıp bu durumla da dalga geçtiler! Savunmaları da şuydu; İnternetin karanlık ortamında zaten bunlar oluyor, hem de daha fazlası... Gördüklerimi anlatıyorum!
Bu duruma, üstte bahsettiğim kodların kayıp çocuk haberlerine ulaştırdığı sebepli inananlar ve anlam veremeyenlerin de dediği; "nedir ne değildir, paylaşın araştırılıp haber verilsin!" idi zaten. İşi bilgiçliğe vuran birçok kesim, dünya üzerinde nicesi oluyor zaten; adamlar böyle yapar mı, diyerek nice insanı salak yerine koydular... Ben de kodlar mevzusuna çok takıldım. İnstagram hesabımda da paylaşıp, "Hiçbir şey olmadıysa bile bu sefer bir şey oluyor, yoksa ne diye o kodlar çocuklarla ilgili haberlere ulaştırsın!" demiştim. Kötülük her türlü yolunu buluyor işte, bir şekilde alınabilecek tepkiyi de ölçmüş olabilir, bir başka şekille de algı operasyonu yaparak bir başka kötülüğü örtmüşlerdir! Olamaz mı, olabilir!
Neticede daha önceden de aynı şekilde adı çıkan o Amerikan sitesinin haberleri yalanlamasının üstüne, düzgün bir açıklama gelmedi. Sanıyorum ki, o kodlar sır olarak kaldı ama neyse ki o kodların birkaçının ulaştırdığı kayıp çocuk haberlerinin eski ve birçoğunun da bulunmuş çocuklar olduğunu öğrenebildik. Sanıyorum ki, böylece kapatıldı konu. Şimdi hiç kimse konuşmuyor...
Ama işin şu noktası var ki, hala duyarlı kişiler de bu önemli noktayı "hep olduğu gibi" konuşmaya devam ediyor; "pedofili ve çocuk istismarcılığı bir hastalık ve bir suçtur, gözetiminiz altında olan çocukları ve yakınlarınızı "bu sosyal medya tuzağında afişe etmekten, uygunsuz fotoğraflarını veya bu sapıklara fırsat oluşturabilecek şekilde kullanmaktan uzak tutmalısınız". Ortaokula geçmemiş, hele hele liseye geçmemiş çocukların "sosyal medya kullanımı" diye bir şey olmamalı. Çünkü küçüklüğünde kanıyor insan, her türlü yanlışa. Küçüklüğünde "gerçek ve sahte" kavramı oturmamış oluyor ve sosyal medya ortamındaki o beğeni butonunun cazibesi çoğu çocuğa zarar veriyor...
Bu konuda beni en çok tedirgin eden, daha önce de dediğim gibi; "ülkemizde ve dünyada bu var zaten, neyini büyütüyorsunuz!" diyebilen kesimdi. Bizim gözümüzden sakındığımız tüm çocuklar adına, koruyuculuk yapabilecek aklı başında yetişkin sayımız görünürde çok azmış. Meğer sosyal medyada uyum sağlayabilmek adına, yanlış olan şeyi savunmak ve cool gözükmek en önemlisiymiş! Benim yazdıklarıma da diğerleri gibi "salak" gözüyle bakıldıysa, "bu komploya inananlarla mı oy kullanıyoruz biz!" diyenler arasına beni de kattılar mı acaba? diye merak ettim ben o gün. Birçoğu gibi, durumun hassasiyetine önem vermek ve küçük bir ihtimal bile olsun gerçekliği varsa ortaya çıkarabilmek önce gelmeli" diye düşünüyorum. Varsın "salak" olalım birilerinin gözünde, tek bir çocuğu olsun kurtarsak tüm dünyayı kurtarmış sayılırız.
Bana göre durum şöyle; Bir insanın kim olabileceğini, çocuklukta yaşadıkları ve yaşayamadıkları sebep olabilir. Sevgisizlik, önemsenmemek, görülmemek ve ona sahip çıkılmadığı için "hiçbir zaman ona sahip çıkılamayacağı düşüncesi" hepimizin hayatında karakterimizi belirleyen sebepler olmuştur... Umutsuzluğa da, kötülüğe de, mutsuzluğa da, kötü diyebileceğimiz her ihtimale; çocukluğumıza yaşayamadığımız veya hiç istemeden yaşadığımız kötü olaylar sürüklemiyor mu sizce de? Bir düşünelim derim.
Survivor Kim?
Dün Survivor'un finali verilmiş. Elbette haberim olmaması mümkün değil, ama bizzat açıp izlemeyi tercih ettiğim bir program değildi bu sene de. Sosyal medya sağolsun, yine de hiç izlemedim diyemiyorum. Ünlüler kimdi, ünsüzler kimdi ve kim ne kavga çıkartıp kimi alt etmeye uğraştı hepsini gördüm bildim ben de; herkes gibi! :)
İçimizden biri olarak büyük bir kesim Cemal Can Canseven'i görmüştük ve sevmiştik ki, o da neyse ki Survivor 2020'nin şampiyonu oldu. Zamanında tüm sezon izlediğim son Survivor sezonunda, "Hilmicem İntepe Survivor olduğunda" ona nasıl sevindiysem Cemal Can'a da öyle sevindim. Sizi bilemiyorum ama ben "dürüst, kibar, birilerinin üstüne basarak ilerlemeye gerek duymayan birinin kazanmasına çok sevindim!
Bize hep öğrettikleri hep yarışmak, her yarışta da ardımızda kimleri ezdiğimize bakmadan yarışı bir dövüşçü gibi vahşice bitirmek öğretiliyor. Cemalcan bu profillerin hiçbirine uymuyordu ama bir o kadar da yarışlarda geride kalmıyordu. Diyeceğim o ki, Cemalcan bu zamanki Survivor olan birçoğundan farklı olarak; gerçekten doğru dürüstlüğünden sebep de Survivor olabildi. Her zaman vahşilik, kabalık, bitmek bilmeyen ve aşırılığa kaçan hırsın kazandıramayacağını; bir o kadar doğru durmanın da halk tarafından görülüp kazandırabileceğini gördük. Twitter'da oy verilme süresinin arttırıldığı iddia edilse de, "bu yüzden oylarda Barış kazanırken Cemalcan birinci olabildi sonrasında" denilse bile; sonuç olarak işin bu yanı var. Oylar uzatılmasına rağmen Barış daha fazla öne çıkabilirdi, ama aksine Cemalcan'ın hem yarışabilen hem de kimseyi kırmamak için uğraşan tavrının görüldüğünü de düşünüyorum işte...
Doğrusu ben de katılıyorum; Survivor, her zaman bu ülke sınırları içerisindeki her birimiziz. Açlıkla, işsizlikle, eğitimsizlikle, cehaletle, toplumsal cinsiyetle, adalet arayışında, kurallarla, toplum için, çevremiz için, kendi için bilinçli hareket etmeye uğraşırken, sonuç olarak hep kendini "saf yerine konulmuş hisseden" biz halkız... Survivor sensin, benim ve öteki her kimse... Açlıkla, işsizlikle, hastalıkla boğuşmasına rağmen; toplum sağlığı için kurallara uymayı bu süreçte yine görev edinmiş bizler... Kimimiz o süreçte hastalığımızın gerilemesine rağmen evde kaldık, kimimiz çok sıkılmış bunalmış olmamıza rağmen ve çoğu üç dört çocuğu evde tutamıyor olmasına rağmen. Belki de "psikolojik şekilde bizi yoran tüketen hastalığımıza rağmen kendimizi durdurduk". Çünkü kural buydu, zor olsa da çoğunluk uyduk. Bir kısım hala kurallara uyuyor da. Ama bir kısım hala toplum için duramıyor, tedbir almıyor, önemsemiyor; kuralları kendilerine göre esnetebiliyor. Bizlerse hala buna yapacak bir şey bulamıyoruz. Söyleniyoruz, dikkat çekmeye uğraşıyoruz, "ben niye girmedim kalabalıklara bunca zamandır o zaman" diyoruz; ama ülkemdeki şu çifte standart mevzusuna bir türlü son veremiyoruz... Sırf bu yüzden bile asıl Survivor biziz! Ona göre... =) Cemalcan da Survivor'ımız ama kendimizi de yabana atmayalım e mi bu sene! :))