Kasım 2019'un notlarıyla, Aralık ayından bir gün aldım da geldim. (Laflarıma bak laflarıma!)
Kısaca, merhaba demek istiyordum aslında... Hayallere ve de gerçekleştirebildiklerime bakınca, Kasım ayında çok yazamadım bu bloğumda. Gel gelelim aklımdaki birçok fikir konusunda da ben yazmadım aslında. Gerçek anlamda "neden ya?" diye sorguladığım Kasım'a dair 3 konu başlığı kaldı ama aklımda... Aralık'ı yaşamaya başlamadan Kasım'ı gönderelim önce, son notlarını alarak dedim; sakinlikle ve anlamaya çalışarak bir de... :)
Ötelemek;
Kasım ayının başı idi, ülkemin bir bölgesinden bir haber yayıldı tüm ülkeye; otizm'li çocukları ve ailelerini, bir okul bahçesinde diğer öğrencilerin velilerinin yuhaladığı haberi... Önce ciddi anlamda inanmak istemiyor insan ama velilerle beraber öğretmenlerin açıklamalarına bakıyorsunuz, iyice elinizde kalıyor konu. Yine hep bahsettiğim konu, "neden layıkıyla işlenmiyor bu farklılıklar konusu benim ülkemde?" Hangi konudan çekinirsen, o tabu o kadar yıkılır başına! Benim küçüklüğümden beri savunduğum durum böyle...
Bence düşünmeyi reddeden kesimi üstte bahsettiğimiz aileler iyi örnekliyor... Kınamak veya onların yaptığı gibi onları yuhalamak da, başlı başına hata olur. Ama şunu demeden geçemem; görüyorum ki düşünmüyorlar, düşünmedikleri gibi bilmediklerini araştırıp okuyup öğrenmeyi dahi istemiyorlar... Bu konu haber bültenlerinde haber olduğunda, o okulun birkaç öğretmeni ve velilerinin şu açıklamasına denk geldim; "Bizler ailelere de açıklama yaptık, otizmli çocukların akranlarıyla aynı sınıflarda eğitim görmeleri onların eğitiminde olumlu yönde katkı sağlıyor. Fakat buna rağmen bizim çocuklarımızı ve bizi öteliyorlar, arka bahçe kapısını kullanıyoruz çocuklarımızla. Mahallede dahi istemediklerini söylüyorlar ama bizim tek isteğimiz kaynaştırma..." İstemsiz soruyorum, eğitim konusunda kaynaştırmakta yetersiz kaldığımız dönem gelişmişlik göstergesi midir gerileme göstergesi mi? Ben arkadaşlarımdan yana ilkokul ve ortaokulda çok sıkıntı çektim ama hiçbir öğretmenimden bir sıkıntı çektiğimi hatırlamıyorum da...
Ötelenmek diyorum bu duruma, kalıpyargılarına sığınmış insanların öğrenmeyi ve düşünmeyi reddettiği üzere; bilinçli hallerinden kaçma durumları bence! Başka bir şey değil... Bu durum çocukları etkilemiyor mu? İşte böyle bilinçsiz nesilleri yetiştiriyoruz.
Çok az şeyden iğrenirim insana dair! Sapkınlık içeren tavır ve davranışlar, duracağı yeri bilmeyen alaya alma durumları başlıcalarıdır. Bir de kim olursa olsun kendini büyük görüp tanrılık taslar durumda küçük görmek, iğrençliğin de ötesi benim için!
Sakinleşip anlatmaya devam edeyim hislerimi, bunları unutmak istemiyorum da zira. Bana soruyor çoğu yakınım; neden bu konulara çok takılıyorsun diye? Hayatım bunu içeriyor çünkü! Karşılaştığım bazı kişilerin saygısızlığı ve anlamak istemeyişlerini, hayatımın amaçlarından biri kılıyorum; bana verilen bir görev var gibi hissediyorum, anlatmak ve yanlışlığı farkettirmek... "Ah kınamak ve birilerinden kendilerini üstün görmek ne kolay kimine göre!" -Ama o kınanan konumunda olmaksa berbat ötesi bir his aslında... Kendim açısından söylemiyorum sadece, farklılıklar karşısında kaldığında nasıl davranabileceğini öğrenmek ayırdına varmak demek, hayat öğretilerinin en önemlilerinden biri bence. Farklılıklara karşı farkındalığı öğrenerek büyümek, bir çocuğun alabileceği en güzel eğitim bence.
Bir velinin o haberlerden birinde otizimli bir çocuğu olan veliye "Senin çocuğun ve sen mutlu olacaksın diye, benim çocuğum mutsuz mu olsun ya?" diye sordu, bir diğer veli de "Benim çocuğumun vebalini nasıl ödeyeceksiniz?" dedi. Ne demek benim çocuğumun vebali, ne demek benim çocuğumun mutluluğu? Eğitim hakkını almak ne zaman "bütünün mutluluğunu" etkiledi ki?
Farkında olmadığınız nice tavır, kimlerin hayatını etkilemiyor ki? Aksaray'dan Bursa'ya benim içimi sızlattı işte mesela, Kasım bitti gitti ama benim hala aklımda. Çünkü kaldıramadığım nokta şu, insanın herhangi bir canlıyı ezmesi mevzu... Bu beni çok rahatsız ediyor.
- Evet; yazarken birçok kez durmak istedim esasında (bu konuyu yazmamak adına), ama bu durumlar beni rahatsız ediyor ve tek değilim biliyorum da. Bu dille yazmalı mıydım, daha fazla "hoşgörülü ve açık" olabilmeyi hayatınıza aktarmayı daha güzel öğütleyebilirdim yine. Fakat bugün böyle yazmak istedim. Başına gelmeden böyle davranmayacağını iddia edecek çok kişi tanıyorum. İsterim ki, ciddi anlamda başına geldiğinde de düzgün davranabilmeyi düşünsün birileri. Başınıza geldiğinde doğru davranabilmek mühim, bu durumlarda alınan yaralar daha derin ve daha korkutucu oluyor zira...
Yazdığım nokta şu ki; 3 Aralık geliyor yine misal, "hepimiz bir engelli adayız!" diyecek herkes "bir günlüğüne veya bir haftalığına"; sonra yine unutup gidecek bizim varlığımızı, davranışlarında, hayatında ve de sosyal alanda yine göz ardı edecek umursamayacak. Birinin yarası olmayın, birinin acısına tuz atmayın; birinin ilerlemekte zorlandığı yolda, bireyler olarak da zorlayıcı konumda bulunmayın lütfen...
Like'landınız...
Sonrasına gelecek olursak; Hesapların sahiplerinin isteğine göre yazamadığı ve paylaşım yapanın her gönderisinde bir bit yeniği arayan tüm instagram kullanıcılarına, güzel bir ayar vermiş o yazısında. "Like'ladılar diye!" saygısızlıklarını ortaya dökebilmeyi kendine hak gören kişiler çok var instagramda. Gerçek anlamda "hakareti" ve "kendini faydasız şekilde deşarj edebilmeyi" önemli sayan kişiler. Bir zamanlar "biz senin haberini duyurduk ve biz sana yardım ettik" diye başa kakmalarla dolu günlerden sonra, belki bir şeylerin saklanmış olması; bazılarının gerçek yorum yapabilme kapasitelerini de ortaya çıkarır diye düşünüyorum şimdi, haydi dökün daha da gerçek yüzlerinizi... ;)
"Bilmek, her zaman çözüm getirmez." diyordu geçen okuduğum bir kitapta. İnstagramda beğenenleri bilmek zorunda da değiliz aslında bu açıdan bakınca. Ama diğer anlamda "instagramın en büyük özelliği idi beğeni yapma" özelliği de, düşünüyorum da. Şimdi esas anlamda "like'landınız!" diyecekler bize ama kim olduğunu bir beğenilen taraf olarak biz bileceğiz. Az biraz karışık, bir nebze de mantıksız gibi...
Bir instagram kullanıcısı olarak, iki haftadır ortada dönen "instagram beğenileri kaldırılıyor" haberine de tepkisiz kalamadım tabii ki. İnstagram nasıl bir şeye dönüyor, diye ben de merak ettim önce. Ama hemen sonra beni bu duruma dair yazılanlar kendine çekti sonra... :)
Bir yanda "sahte beğeni satın alanlara "hadi şimdi ne yapacaksınız?" diye meydan okuyanlar; bir yanda da "bizi nasıl da birbirimizin aynısı yapmıştınız, şimdi çok daha doğru bir karar aldınız." diyenler var. Okudum birçoğunu, bu karmaşaya katılmadım ama mutlu oldum fikirlerini okumaktan da...
İnstagramı en çok sevdiğim blogger ve yazarların paylaşımlarını okumak için kullanıyor ve büyük ölçüde seviyorum doğrusu. Çoğu zaman sıkı bir instagram kullanıcısı olduğumu bile söyleyebiliriz bu alanda. Klasik takip ettiğim hesapların, bir süre paylaşım yapamamaları dahilinde; dönüp eski yazılarını bile okuyorum... Hal böyle olunca, beni beğeniler ilgilendirmiyor gibi bir düşünce ortaya çıkıyor olabilir. Ama tabii ben de yazıyorum okuduğum kadar, kendimce aldığım beğenileri de "birilerinin okuduğuna gördüğüne ve yalnız olmadığıma" dair bir yorum olarak algıladığım sebebiyl önemsiyordum. Önemsiz diyemeyiz ama sayılar ne kadar artarsa o kadar değerli de değil; bir ölçü ve yarış gibi bir durum belirlediğimizde, birbirimize zarar verir hale geldik bir de.
Verilen kararın gerekçesini bilmiyorum. Fakat artık "kimin beğendiğini göremeyecekmiş bir başkası"; yalnızca hesap sahibi bilecekmiş beğeni sayılarını, sen ve diğerleri beğendi yazacakmış takipçilere de mesela... Birbirleriyle yarış yapanların ve beğeniye göre hesap takip edenlerin vay haline, diyelim. Beni enterese edemedi pek bu açıdan. Ama bir tek bu duruma yorum yapan bir blogger'ın gönderi altı yazısı; "Ah işte bu!" dedirtti. O paylaşımı yapan kişi ise "Pucca" idi.
"Like sayıları artık görünmüyormuş. Ohhh be bu sayede artık bebemle ilgilenip, vatana milletine anasına hayırlı bir evlat olarak yetiştirebilirim." diyerek başlamış yazısına, aman yanlış anlayanlar olur diye hemen ardına dipnotunu da koymuş sonra. :) O gönderisi altındaki yazısı burada, onu siz de okuyun istiyorum...
"Bilmek, her zaman çözüm getirmez." diyordu geçen okuduğum bir kitapta. İnstagramda beğenenleri bilmek zorunda da değiliz aslında bu açıdan bakınca. Ama diğer anlamda "instagramın en büyük özelliği idi beğeni yapma" özelliği de, düşünüyorum da. Şimdi esas anlamda "like'landınız!" diyecekler bize ama kim olduğunu bir beğenilen taraf olarak biz bileceğiz. Az biraz karışık, bir nebze de mantıksız gibi...
Öte yandan aklıma gelen bir diğer mevzu da, "erkeklerin beğendiği kız fotoğraflarını kız arkadaşları göremeyecek mi!?" oldu. Hani şu dizilere bile konu olan, "o oyuncuyu neden beğendin"e varan garip konular. Acep ne olur bilmem işte... İletişimsizliğe bir başka boyut mu olacak yoksa instagram esas sahiplerine mi kavuşacak göreceğiz. Benim için bu süreci izlemek de güzel idi ama en beğendiğim yorumu pucca yaptı, nice onun gibilerin de arkasındayım; beğeni toplumuna kulak astığımızı sananlara da selam olsun o zaman. :))
Organ Bağışı Hayat Kurtarır!
Ülkecek bir türlü halledemediğimiz iki sorun var; kök hücre bağışı ve organ bağışı. Bu dönemde hala "Organ Bağışı dinen uygun mudur?" diye sorguluyoruz ama "Organ Bağışı Hayat Kurtarır"ı büyük ölçüde kabullenemiyoruz. Allahın yarattığı bu bedenin organlarını, hiçbir kimse oluşturamıyor ve hayatta iken canından can katabilmek gibi bir olgu dahi es geçilebiliyor.
Evet, anlıyorum din ciddi bir sorun. Ama diyanetçe de "uygundur" diye yorumlanan ve aksini söylediğini ispat edemediğimiz bu dönemde "hala garip ve asılsız söylemlerde bulunanlar mevcut."
Bu paylaşıma bakın istiyorum, geçen sene kendi ülkesini oğlunu yaşatabilmek için -Almanya'ya giderek- "kısa süreli" terk edebilmeyi göğüsleyebilen ve en zor durumlarda ayakta durabilmeyi başarabilen Müzisyen Anne'nin geçen haftaki paylaşımı. Yerinde mi yerinde... Zira son söylemlerden biri şuymuş o gün isyan ettiği; "Organ bağışı yaptırdığımız zaman, o kişinin günahları da bize geçiyormuş!" Söyleme bakın, dini ve günah kavramını nelere alet ettiler!
Bu paylaşıma bakın istiyorum, geçen sene kendi ülkesini oğlunu yaşatabilmek için -Almanya'ya giderek- "kısa süreli" terk edebilmeyi göğüsleyebilen ve en zor durumlarda ayakta durabilmeyi başarabilen Müzisyen Anne'nin geçen haftaki paylaşımı. Yerinde mi yerinde... Zira son söylemlerden biri şuymuş o gün isyan ettiği; "Organ bağışı yaptırdığımız zaman, o kişinin günahları da bize geçiyormuş!" Söyleme bakın, dini ve günah kavramını nelere alet ettiler!
Ben bu duruma rezalet bir durum olarak bakıyorum... Günah olgusu bu kadar basit değil, Allahın kullarına verdiği dini değerlerinin organlarla geçmesini mi kabulleniyorsunuz? Mantık?
Şimdi günah olgusunu geçtim, ben Allah'ın biz insanlara sunduğu beyin ölümü kavramını bile bu olaya izin dayanağı görmüyorum mu diyorsunuz?? Beyin ölümünde bile vücudun fişi çekiliyor diye katil ilan ediyorlar insanları, ben şahsen organlarım bağışlansın istiyorum diyenin bile ardından "ben izin vermiyorum" diyen yakınlar; Allah muhtaç etmesin yaşar iken hiçbir şekilde organ eksikliği yaşamaya; cümlemizi...
Dinime şahsen bağlı olduğumu düşünüyorum, fakat okumadan ve dayanak sunmadan yaşamadığı konulara büyük laflar ve büyük dayanakları olanlardan da korkuyorum açıkça. Düşünün size bir evlat emanet edilmiş, ülkenizde organ bağışı hala yasal dayanıklıklara erişememiş; gittiğiniz ve sağlık desteği alıp oğlunuzun hayatını kurtarabildiğiniz ülkede iken, oğlunuzun hayatı için başka şekilde imkan sağlanamadan buraya ülkelerine dönebilmeleri mümkün değil. Hem tedavilerinin gerekliliği için, hem de bir kez daha organ ihtiyacı olduğunda yararlanabilmesi için...
Tüm bunlara rağmen, bir kadını ve içinde bulunduğu durumları yargılamak neden -nasıl- bu kadar kolay? Allah yardımcısı olsun diyememek dahi neden bu kadar zor?
Kısaca insaf edemeyen insanlarımızdan korkuyorum. İnsan ihtiyacı olmadığı şeyin ciddiyetine varamıyor ama bir düşünse, ah düşünse ve de araştırıp okusa! Bütün dünya buna inansa, dünya inanıyor da kolayca; ah bizim insanımız da biraz yapıcı olabilse... :)
Bu yazı vesilesi ile bir gün toprak olmayı değil, organlarımın Allahımın bana sunduğu gibi benden sonra da can kan olabilmeye devam etmesini çok isterim. Ve bu dünyada mümkün olamasa, yaratıcımız buna imkan kılmazdı diyebiliyorum. Böyle düşünüyorum, böyle düşüneceğim; şayet olmayacak olsa hiçbir organ başka bir vücutta can bulamazdı! Allaha şükürler olsun diyebilmek güzel. - (Kün Fe Yekûn - Ol der ve olur.)