2020’ye çok zor geçiyor gözüyle bakıyoruz ama bir o kadar da
elde geçiyor aslında. Hayat hepimize birden, yaptığın planları yık ve yeniden
başla” dedi aslında. Bilmiyorum sizler için ne hissettirdi ama ben düzenleme
yapmaya alıştığım şu hayatımda, düzenlediğim kadar bozulan hayatımın bir üçüncü
kez bu kadar bozulduğuna şahit oldum…
Planlarım vardı misal, onları en oldurabileceğimi düşündüğüm
süreci yaşamaya başlıyorum sanmıştım; Kasım 2019-Şubat 2020 aralığında… Sonra
pandemi dönemi başladı, birden o kadar hızlı girdi ki hayatımıza. Yıllar yılı
beklediğim girişten bir eve taşınma sonrasında, bir daha fazlasıyla eve
tıkıldım. En olmadık dönemde, bir de fizik tedavilerimden alıkonuldum. Her yer
kapandı, gördünüz ya her şey durdu ve ertelendi… Çalışmak istiyordum güya,
gezmek istiyordum yeni oturduğumuz evin çevresini bile olsa. Veyahut bir resmi
tatilde, arkadaşlarımla buluşmayı hayal ediyordum. Çalışamasam bile,
arkadaşlarımın yanına, akrabalarımın yanına çıkıp gidebilmeyi hayal ediyordum.
Olabildiğince azalmış kısıtlılığımla da olsa…
Sonra süreç değişti, evde kaldığımız süreç içerisinde kimi
zaman “Hayatı bizler mi zorlaştırıyoruz?” diye sorgulamaya başladım. İlk
süreçte dizi-film bile izleyemez bir hal aldım bende. Sonra baktım, geceleri
sürekli video izliyor ve uyuyamıyorum. Dünyaya dünyalar güzeli bir yeğenim daha
katıldı; adı Defne Deniz. Diğer bloğum “yillargecerken.blogspot.com”u da takip
edenler bilir, pandemi sürecinde bize büyük uğraş oldu aslında. İyi ki geldi,
öyle güzel de zamanı seçmiş ki; “kalabalık sevmiyor kereta!” =)
Evet, diyordum ki; okuyamaz olduğum, yazamaz olduğum o
dönemde, “Dur bakalım, bir sakinle de hele –erteleye erteleye bitiremediğin şu
süreçleri tamamla önce. Oku, yaz, ders çalışmıyorsun hani e-kpss’ye gireceksin
ya. Bir iyice bilen bakalım.” Dediler bana… İnanırım, doğru bulurum; iyice dibe
batmadan çıkamaz insan, dediklerine. Belki her birimizin en dibi görmesi
gerekiyordu. Dünya verdiği kadar almak istedi, kendimiz için ve çevremiz için
üretici ve bir o kadar da bağışlayıcı olmamızı istedi…
İşte bu bahsettiğim süreçte, karşıma kendime getirebilecek
yöntemler keşfetmeye başladım. Bunlardan biri “Neuroformat” idi, ki yazısını
geçtiğimiz hafta diğer bloğumda yazdım. O yazımı okumak isterseniz buradan
ulaşabilirsiniz!
Okumaya dönmesi kolay, yazmalarıma dönmesi zor oldu. Hele ki
ihmal ettiğim çok önemli bir hayalim vardı ki, ona dönmeyi ise yeni yeni
başarıyorum. Başından sonuna ihmal etmediğim tek şey egzersiz düzenimdi çok
şükür ki… Nereye bağlayacağım, nasıl hayatı bizler zorlaştırıyoruz
kendimize biliyor musunuz; basit şekilde yaşamayarak…
Olmuyorsa takılıp kalıyoruz, her şeye ama her şeye. En
basitinden bir şeyi beceremedik, bizim istediğimiz gibi olmadı; “nasıl olmaz!”
diyerek takılıyor, gerisini de onun için boşa sayıyoruz. Yaşam bize bunu
öğütlüyor olmamalı! Bir şeyler yolunda gitmiyorsa, belki de öyle devam
etmememiz gerekiyordur. Plan yapıp o planları gerçekleştiremiyorsam, gücüm yok
gibi hissediyorsam; belki de duraklamaya ihtiyacım vardır! Ama ben daima, neden
öyle hissettiğime takılıp duruyorum. Bir gün mola verebilecekken, sıkıldığım
yana kapılarak o süreyi uzattıkça uzatıyorum. Cidden böyle olduğuna kanaat
getirdim. Misal, dün bu yazıyı çok yazmak istiyordum; tamamlamalıyım ya, hissi
beni çok yordu (sabahtan öğlen sonuna kadar). Öğlen sonu aklım başıma geldi,
bugün bu yazıyı yazmaya gücüm yok. Tamam, izleyeceğim filmlerden birini izlerim
ve kitabımı okumaya devam ederim dedim. Dediğimi de yaptım... Sonunca, bugüne çok daha fazla motive kalktım.
Olduramadığım esnada, olduramadığım noktaya takılmamayı başardığım için oldu;
birkaç deneme sonucunda ben böyle olduğuna kanaat getirdim…
Bu durum içsel hesaplar için değil sadece de, birçok şey
için geçerli sonra… Şu süreç başladı başlayalı, hangi birimiz korkusuna kapılıp
da “bir güncük bile olsa” –ah demedi. Hiç demeyen yoktur, elbette insanız
olacaktır da böyle korkular yakınmalar… Ama çoğunluğumuz hayatı durakladı bitti
olarak adlandırdık, birçok şekilde odaklanamadık “olması gereken yeni normale”.
Hayatın her alanının her anının değişebileceğine, yeni durumlara bir şekilde
alışmamız gerektiğine ne zaman kapılacağız acaba?
Hayatı birlikte yaşadığımız insanlar için zorlaştıran
insanlar, çok yakınımızda veya uzağımızda olması farketmeyen kişiler. Bir şekilde
birbirine yakın dizilmiş domino taşlarıyız, bazısı kabul etmese de. Birine
vurulduğunda devrilme hızına bağlı olarak devamı geliyor, hepimiz yıkılıyoruz
işte…
Misal, üstte gördüğünüz fotoğrafım; 14
haftanın sonunda yeniden fizik tedavimi almış olduğum fotoğrafım… Bugün ne
kadar mutlu olduğumu, ama aslında 14 haftada ne gibi kayıplara doğru
ilerlediğimi görmek isterseniz; şu instagram paylaşımımdaki, fizik tedavim ile
ilgili detaylarımı okuyabilirsiniz. Eğer vaka sayısı 2000’i aşarsa yeniden
yasaklar gelebilirmiş misal, bu paylaşımımdan sonra “tahmin edersiniz ki” en
son istediğim şey…
Bakın bu bile, hayatın zor olduğundan fazla
“Hayatı bizlerin zorlaştırdığına” yönelik bir örnek. Topluma karıştıkça, eski
normale döndükçe; “yeni normalleşmeye” dönemiyoruz. Sizden bu yazımla da rica
etmiş olayım; ben bugün fizik tedavi aldığım için öylesine rahatlamaya başladım
ki, bunun yeniden son bulmasını istemiyorum. Rica ediyorum tedbirlere uyun,
bizi evlere hapsetmeyin ve “tedavisiz” bırakmayın!
Tedavi alamadığı için Türkiye çapında kaç
kişi vefat etti bilmiyorum ama sadece benim fizyoterapistimin iki hastası vefat
etmiş, bir hastası yürüyebilir halinden yürüyemez haline düşmüş. Bu süreçte
hayatını kaybedenler için Allahtan rahmet diliyorum bu vesileyle de. Allahım her
türlü zorunlu durumların içerisine düşen bizlere ve yakınlarımıza, sabır ve
dayanma gücü versin inşallah…
Yakın çevresinde hayatı zorlaştıranlarla yaşayanlar için,
daha da zor hayat. Sevmediği halde sevdiğine sahip olmaya çalışanlar;
istemediği bölümü okutmaya çalışan ailelere sahip çocuklar; görüşmek istemediği
kimseyle görüştüren aileler; evlenmek istemediği halde evliliğe zorlananlar;
kısacası, birinin canı öyle istiyor diye başkalarını zora sokanlar var…
Hayatımızı bizler zorlaştırıyoruz dedim ya, bazı zaman bu durumlara ses
çıkartmadığımızda da zorlaştıran onlarken bizler de onlara sebep veriyoruz…
Hayat, mutluluğumuza giden yollardan geçeceğimiz yer değil
mi? Kendi içsel bulmamız gerekir hani… Bu dünyaya onun için geldiğimize
inandığımız üzere, bize biçilen hayatı yaşamayı sağlayacağımız yerde; yerine
getirebileceğimiz görevleri yok sayıp, çok soruna odaklanıyoruz. Kendimden ve
çevremden yola çıkarak, bu duruma bozuluyorum doğrusu…
Herkesi tenzih ederek şöyle devam etmek
istiyorum;
Tutturmuşuz bir “en iyisi”, “en güzeli”, “en başarılısı”,
“en …” (nasıl doldurursanız) olmayı. En’imize ulaşmadan öncesini düşünmüyoruz
oysa, yapabileceğimizi yapmıyoruz. En iyisi olmazsa olmazmış gibi hareket
ediyoruz. Hayatı bizler zorlaştırıyoruz…
En acemi olanın en güzeli olduğunu unutmaya çok meyilliyiz.
Hayatı bizler zorlaştırıyoruz…
Çevremizde her kim varsa, benim gibi düşünmüyor veya
istemiyor diye çok takılıyoruz ve çok hırpalanıyoruz… Hayatı bizler
zorlaştırıyoruz…
Pandemi dönemi oldu, çok şükür karnımızı doyurabilen
bizlere; dışarı çıkamadık, gezemedik veya gitmek istediğimiz o tatile veya o
şehre, o sevdiğimizin yanına gidemedik. Oysa sağlıklı mıyız, dışarı çıkmayarak
ve topluma en şekilde karışarak kendimizi koruyabilir miyiz? Yapmıyoruz, olanı
olduğu gibi kabul etmeyi sağlayamıyoruz, şikayet ederken bugüne
sığdırabileceğimiz nice durumları unutuyoruz. Hayatı bizler zorlaştırıyoruz…
İnternette çok kişi var, motive halde tutmaya çalışıyor
kendisini veya çevresini; ona bile laf mı ediyoruz, hayatı yine bizler
zorlaştırıyoruz…
Anlamıyoruz, anlamlandıramıyoruz, hep bir kıyas içerisinde
yaşıyoruz; bir sene öncesini veyahut 10 sene öncesini düşünüyoruz ve
kahırlanıyoruz. Hayatı bizler zorlaştırıyoruz…
Hayatı zorlaştırmadan, emek verip hayallerimize ulaşmak
adına daha fazla çabalayabilecekken (elbet, ben de dahil) hayatı daha fazla
kendimiz için zorlaştırıyoruz… Kendi düzenime, yapmak istediklerime, yapmam
gerektiğini düşündüklerime; kendi düzenim çerçevesinde döndüm işte. Kendimi ve
çevremde gördüğüm “biz”i eleştirmek ve çözüm sunmak için yazmak istedim bu
yazıyı…
Didem’in Gözünden Didem’e iletmek istediğim şey şu ki; en
iyisi olmak zorunda değilsin, sen istediğin gibi olmaya devam edersen de hep en
güzelisin… =) (Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla ;) )
Beni okuduğunuz için teşekkürlerimle, yorumlarda görüşelim isterim.
Eklemek istediklerinize, saygı çerçevesinde olduğu sürece hak vermediğiniz
noktalara ve de anlatmak istediğiniz hikayelerinize açığım. Bekliyorum,
sevgilerimle… (=
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder