28 Kasım 2018 Çarşamba

İki Güzel Haber - Kasım 2018


Ülkemde bazen güzel şeyler de oluyor ve buna şaşırıyor olmak üzüyor bu sefer de beni. Bu sıra aldığımız güzel haberlerden bahsetmek istiyorum bugün. Kasım 2018'de gerçekleşti bunlar, ne mutlu bize ki...

Müjde; Sma İlaçları Temin Edilecek! 



Daha önce de şu yazımda yazdığım gibi, Sma Tip 2 ve Tip 3 hastalarının ilaçları temin edilemiyor ve Sma'lıların sesini duymamız gerekiyordu. İlacın fiyatı hastaların karşılayamayacağı boyutta olduğu için, devlete seslerini duyurmaya çalışılıyordu. Öyle ki, Sağlık bakanlığı önünde beklemeye başlamışlardı ve Sağlık Bakanlığı nihayet geçen haftalarda seslerini duydu... Sağlık Bakanlığı "Sma Tip-2 ve Tip-3 hastaları için, bireysel hasta başvurularını işleme aldıklarını duyurdu."

Ben Aycaash adlı instagram hesabından, Ayça ile duymuştum bu Sma ilaçlarının Tip 2 ve Tip 3 hastalarına ulaştırılamadığını; yani Sgk tarafından karşılanamadığını. Ama öncesinde, ilaç bekleyen Tip 1 hastaları dahil biliyordum ilaç beklendiğinin...

Ayça'nın hesabını takip ederseniz siz de anlayacaksınız, aslında ne nedir, ne değildir... Şükür ki, ben kendi hastalığımı ve tedavilerimi anlatmakta hevesliyim, Ayça da kendi hastalığının ve tedavisinin. Çoğalıyoruz Sosyal Medyada... Farkındalık benim küçüklüğümdeki gibi alt seviyede kalmıyor, gıdım gıdım da olsa ilerliyoruz çok şükür! :)

Sma ilaçlarının temin edileceği haberi verildikten sonra, Ayça'ya da yazdığım gibi; "Kendi hastalığıma tedavim veriliyormuşçasına sevindim." Ayça Genetik bölümünde öğrenim görüyor şimdi. Kimbilir, o da nicemizin tedavilerini bulacak ileride. Önce kendisi daha iyi olacak ve onun gibiler, bizleri daha da iyi bilip dinleyecek ve tedavi alanlarında gelişmelere öncülük edecek; yürekten inanıyorum. Umudumuzu kaybetmediğimiz sürece, kazanan bizler olacağız inşallah... :)


Devletten Otizimli Bireylerimize Eğitim Desteği Sözü Verildi...




Bir diğer haberim, Otizmli bireylerin eğitim haklarındaki desteği kazanıyor olduğuna dair... Öncelikle sizden "Sedef Erken"i takip etmenizi ve otizmli bireyler için farkında kalmanızı istiyorum. Çünkü daha geçen gün onun sesini nihayet Milli Eğitim Bakanlığı duydu ve onun oğlu gibilerin sorununa çözüm olacaklarının sözünü verdi. Takipçisi olalım ve lafta kalmamasını sağlayalım istiyorum...

Sedef Erken, bir otizmli bireyin annesi. Kendisi avukat imiş ama ben onu sorununu dile getirişini Twitter'da görene dek tanımıyordum bile. Onu Twitter'da paylaştığı şu twit ile tanıdım ben de... Bir engelli bireyiniz varken, onu topluma katamıyor olmak ve siz uğraşırken eğitimden uzaklaştırmak zorunda hissetmek ne kadar zor onu çok iyi biliyor olduğum için; kendimi çok yakın hissettim onu tanımaya başladıktan sonra...

Bedensel engel durumum ile, ilkokul ve ortaokul zamanında çok sıkıntı çektim başlarda. Bir türlü çoğu arkadaşıma engelli bir bireyin varlığıyla başa çıkma konusunda doğru örneği öğretemiyor idik. Öğretmenlerimin bir kısmının yardımına rağmen, eksik bir şeylerin varlığı vardı; kimse engelli nedir bilmiyor ve veliler dahil yanımda çevremde olmak istemiyordu. Birileri size bunları sezdiriyor işte... Öğretmenler bile yeri geliyor sizi engel durumunuz sebebiyle ayırmamaya çalışıyor ama sıkıntıyı siz çekiyorsunuz istemsiz. Alıştırma eğitimleri yok ve hiçbir okul bu "kaynaştırma sistemini" uygulamayı kabul etmiyor. Basit gerekçeleri oluyor; "yasa bunu emretmiyor", "burası özel eğitim kurumu değil", "çocuğunuz için şunları karşılayabilirsiniz." Her birimizin karşılaştığı sorunlar...

Otizm daha farklı, bir hastalık değil üstelik; hayata katılma konusunda hiçbir sakıncası yok, yapılacak gereklilikleri hakim. Kaynaştırma sistemi, bir otizimli veya engelli birey için değil; diğer bireylerin de, yani öğrencilerin de farkındalık eğitimine bir katkı! Kimsenin göremediği de bu zaten; biz engelliler varız ve yaşam devam ettikçe de var olmaya devam edeceğiz, görmezden gelmeye çalışsanız da susmuyoruz!

Sedef Erken bunun en güzel örneklerinden yalnızca biri... O tüm otizmliler için eğitim desteği sözünü aldı ama öncesinde de öylesine uğraşmış ki, oğlunun eğitimini evde devam ettirme kararını almasını sağlayacak yıldırma politikalarına da denk gelmiş... Özel eğitim kurumlarında bile varken bu yıldırma politikaları, devletin kurumlarında olması endişelendiriyor tabii ki.



Üstteki şarkı, Ogün Sanlısoy ile Ozan Barış Şanlısoy'un baba-oğul söylediği şarkı imiş... İncelerken fark ettim, Ozan Barış Şanlısoy'un babası, 2000lerde çok sık dinlediğimiz sanatçılarımızdan Ogün Şanlısoymuş... 


Ücretsiz eğitim her birimizin hakkı, topluma karışmak hepimizin hakkı. Sedef Erken'in sözünü aldığı sistem nasıl işleyecek bilmiyorum ama heyecanla bekliyorum. Ülkece, engelli bireylerin farkındalığı konusunda büyük gelişmeler bekliyorum. Başarılırsa, gelişeceğimiz alanlar çok olacak diye umuyorum... :)

Bu güzel haberi böyle verdiğim için üzgünüm ama ne olacağını bilememek ve sadece güzel şeyler olacağını umuyor olmaktan ötürü bunlar... Dilerim başaracağız, ülkemdeki tüm insanların çoğunluğuna; varlığımızı ve farkındalığımıza varmanın daha kolay olduğunu gösterebileceğiz. Buna inanmayı sürdürecek ve umut etmeyi bırakmayacağım. :)

Ben bu iki güzel haberin ve daha nice güzelliklerin takipçisi olacağım, hep beraber takip edelim ki; olur ya sözler tutulmazsa bilelim, haklarımızı talep edelim... Okuduğunuz için teşekkürlerim ve sevgilerimle... (:

20 Kasım 2018 Salı

Dora, Gossip Girl, 3Y1T - #didemingozunden



Merhaba, yine ben. Biraz ara verdikten sonra, Didem'in Gözünden'e yeniden döndüm. Ve bu sefer bir kitap, bir dizi film, bir de youtube programı ile karşınızdayım. İyi okumalar... :)

Dora: Freud'a Kafa Tutan Kız - Lidia Yuknavitch



Bu sene okuduğum en ilginç kitaplardan biri, Dora oldu bence... Çok eğlenerek okudum diyemem ama 14 günün sonunda bitirdiğimde, nihayet "neyse, bir şeyler öğrenmiş oldum en azından." da dedim... 

Sigmund Freud'un tezlerinin birçoğuna dair, bir kitapta çıkarımlar yapabilmek güzeldi. Net olarak hikayeyi sizlere anlatmayacağım ama Dora, Sigmund Freud'un hastası imiş. Küçüklüğünde anne ve babasıyla doğru bağ kuramamış ve tacize uğramış bir kız. Söylenenlere göre de Dora, Freud'un çalışmalarında ismini baya duyuranlardan olmuş. Öyle ki onun vakası, Dora Vakası olarak kayıtlara geçmiş... Hikayenin bir kısmını buradan da okuyabilirsiniz. Merak ederseniz de, bu iki isim hakkında bir sürü makale var zaten internette... 

Ben hikayeye dair, ne çok sevdim diyebilirim ne de çok sevmedim... Dora'nın hikayesi kesinlikle ikilemde bırakıyor. Lidia Yuknavitch'in yazdığı kitapta, sebepler o kadar fazla açıkta bile olsa; biraz yüzeysel kaldığını söylememiz lazım. Şiddete ve cinsel eğilimlere yatkın olan bir kızımız var ve kendini çözümlemeye çalışırken, Freud dahil etrafındakileri de yakıyor her zaman. Evet, onunki haklı bir meydan okuma diyor kimisi; ama bir o kadar da bazı noktalarda Dora'nın başa çıkma yöntemlerinin tasvir edilişleri korkunçtu. En çok şiddete eğilimi korkuttu beni, sebep aramamak lazım diyebilirsiniz; ama kitapta bunun sebebini de daha açıklayıcı şekilde okumak isterdim.

Psikolojik bir vakaya dair olması ve okuyucu yorumlarında da yazan popüler kültüre dair açılımlarını bulabileceğiniz yanı açısından okumak isteyenlere öneririm. Ama bir o kadar, küfürlerle ve gerçeklik konusunda olumsuz ayrıntılara ve olaylara takılı kalmaya meyilli (ben gibi) kişilerin de okumamasını tavsiye ederim. Öğrettiği yanlardan çok, yorduğu yerler oldu beni... Büyüme ve gelişim döneminde, anne ve babasıyla doğru sevgi bağını kuramamış bir kız çoğunun, hangi boyutlarda kaçınılamaz gidişatlar yaşayabileceğini söylüyor daha çok bence. 

Bana göre anlatımda çok eksiklikleri vardı, gerçek eksikliklerden bahsediyorum... Gerçi bu eksikliği de internet makalelerinde, Freud gözünden okuyunca anlayabiliyoruz. Ama ilk defa böyle bir vakayı duyanlar için, gerçekten kafa karıştırıcı bir kitap diyebiliriz. Beni sarıp sarmalayan tek noktası, gördüğü sevgilerden sonra değişim görebilmesi oldu. Psikolojik boyuttan, olabildiğince basit yaklaşıyorum tabii ki; sevgisizliğin ve ilgisizliğin, bir çocuk üzerinde verdiği boyut korkunç. April Yayınlarının kitaplarını çok seviyorum ama bu kitap okuduğum en ilginci oldu, diye de yazmak istedim!


Gossip Girl (Dedikoducu Kız)



Gossip Girl'ü baştan sona izleme kararı alarak, 2018 Ağustos ayında izlemeye başladım bu sefer. Henüz final bile yapmamışken ve yabancı dizi yayınlanan kanallarda da yayınlanırken, aralıklarla denk geliyor ve takip etmeye çalışıyordum. Tek bir bölüme dahi denk gelsem, zevk alıyordum. Ama şimdi karakterleri iyice çözümledim... Başlarda en sevdiğim karakter Dan ve Serena idi. Ama şimdi işler değişti... :)

Ekim 14'de Antalya'dan Bursa'ya geldiğimizde 2.sezonda idim, şimdi 5.sezondayım... 11 Eylül'de yine Antalya'ya gidince; birkaç bölüm orada da izlemiş ve sonra da yarım bırakıp dönmüştüm... Döndüğümden beri 2 haftada bir sezon bitti diyebilirim.

Yazısını yazmak farz oldu bir kere; sabah kahvaltılarından sonra çay keyfimde, bazen boş anlarda, bazen de bilhassa boşaltılan zaman dilimlerimizde, örgü eşliğinde keyifle izlenen dizilerimden yalnızca biri bu sıra... 

One Tree Hill'i en son bu kadar heyecanla takip etmiştim sanırım, ki yazısını da diğer bloğumda yazmıştım. O yazıma buradan ulaşabilirsiniz... One Tree Hill'de, iki favori karakterim vardı; Nathan ve Haley, öyle ki finale kadar bu durum ısrarla değişmemişti! Sıklıkla Brooke'a da sempati duyuyordum tabi, o da başka bir taraf... :)

Ama Gossip Girl adlı dizimizde, aksiyon -bana göre- öyle durmuyor ki; her sezon favorim değişmeye devam ediyor. İlk birkaç sezon hep Serena'yı severdim, ama Blair'in giyim tarzı ve doğal güzelliğine takılı kalırdım. Ama şimdi Blair'e hastayım. Erkek karakterleri hiç söylemiyorum! Onlar da sık sık değişmekte benim için... 

Ama gel gelelim epeydir gençlik dizisi izlemediğim için, bu eksikliğimi ancak farkedebildim; ben kendime aksiyon arıyormuşum meğer! Bu ihtiyacımı bir süredir Gossip Girl karşılıyor da... :) Belki daha nice aksiyonlu dizi-filmler vardır benim için, ama içimde bir yanımın "Bana bir şey olmasın, ama dizi izleyerek o sıkıntıyı atayım!" dediğini, Gossip Girl duymuş ve karşılarım demiş gibi... Bu durum beni mutlu ediyor ve birçok kişiye, 2006'da başlayıp 2012'de bitmiş olan bu diziye ben gibi baştan başlayıp, benimle tartışmasını ister oldum bir ara... 

Neyse ki şimdi 5. sezonun sonlarına yaklaştım. 6. sezonuna da geçip bitirdiğim zaman, One Tree Hill'e yazmış olduğum gibi bir yazı da bu diziye yazacağım diğer bloğumda. Onun da zamanı geldiğinde, bu bloğuma da bir bağlantısını koyarım... Beni sevdiğinizi biliyorsunuz! Öpücükler, Dedikoducu Kız... ;)

3 Yabancı 1 Türk


Bir süredir hiçbirini kaçırmamaya gayret ederek izlediğim Youtube programlarından sadece bir tane var, o da 3Y1T. Açılımı, 3 Yabancı 1 Türk... 


Birkaç sene öncesinde, Atv'de başlatılan "Elin Oğlu" adlı bir talkshow programı vardı. Oradaki Koreli Chaby'mizin sunumuyla, yaklaşık 1 seneyi aşkın bir süredir her videonun belirlenen konusuyla bir kültür showu yapıyorlar; 1 Amerikan, 1 Koreli, 1 Afrikalı ve 1 Türk... İlk başladığında bir urfalı vardı, sonra onunla anlaşılamadı ve yollar ayrıldı. Doğrusunu söylemek gerek, ondan sonra gelen Ekincan Şener isimli arkadaşları daha da canlandırdı programı. Esas canlılığına kavuşan program, Ekincan gitmeden önce tesadüf olarak yerine bir İtalyan'ın gelmesine sahne oldu. O da gariptir ki; Amerikalı Lui'nin yerine bir programlığına koltuğunu doldurmaya gelmişti (Michele Cedolin), sonradan o da daimi oldu... 


Şimdi kim bunlar diyeceksiniz; içlerinden bir Koreli Chaby'yi tanıyorduk, Michele de tanıdık çıktı sonradan. Sihirli Annem Kerem de dahil oldu programa. Son halinde, Türk kim diye sorulur oldu, Ekincan İtalya'ya gidince. Ben her birinin içinde bir Türk görüyor ve her birini ayrı seviyorum doğrusu... :) Programı izleyip sevecek olursanız, hiç Türk kim diye sormayacaksınız siz de bence. Zira ben sormuyorum bu sezon, her biri burada yaşamış insanlar çünkü. Amerikalı Lui burada yaşamış gençliğinde, İtalyan Michele çocukluğundan beri burada büyümüş, Chaby desen o da öyle... Ama öyle olmasalar bile, her biri bizim kültürümüzü benimsemiş ve kendilerinden de bir şeyler katmaya önem verenler insanlar... :)

Bir şans verin ve böyle özgün içeriklerin yolu daha fazla açılsın diye onları tanıyın istiyorum ben de işte. Oldum olası kültür alışverişine açık ve sevdalı oldum, bir başka ülkenin yemeğini ve özellikle de İtalyan dili, kültürü, lezzetleri ve bölgesi olarak bir ilgi duyduğumu düşünürsek; kültür programlarını daha çok seviyorum doğrusu. Kültürlenelim, kültürleşelim. Bizim hoşgörü içerisinde, gülmeye ve konuşmaya ihtiyacımız var böyle şeyleri de diyorum velhasıl... (:



Bu kadar bahsettim madem, en çok sevdiğim videolarından birini de paylaşmadan geçmeyeyim. Benim en sevdiğim marka isimlerini okudukları bölümlerdi önce. Sonra eşya isimlerine, atasözleri ve deyimlerine, yasaklarına birçok konu bulundu, hala bulunuyor da... Birkaç hafta önce, içeriklerinin en başta anlaşılamayan Türk tarafından alınma yolunda olduğu söylemişti bir de Chaby tarafından. Özgünlüğe sahip çıkılmalı ve bilinmeli ki; taklitler aslını yaşatırmış! Varın siz düşünün, Elin oğlu kadar nasıl sevdim bu programı... :)

Televizyonda böyle güzel özgün içerikler olsa ve kavgadan uzak bir Türkiye mümkün olsa biraz da, ne güzel olurdu valla! Kadın programlarında seviye ve aşırıya kaçmayan eleştirileri özledim valla. Baktım gelmiyor, ben de internete sardım valla. Konuşma programlarını seviyorum ama televizyonda pek yok aslında. Varsa yoksa kavga tartışma. Velhasıl, sağlıcakla kalın ve konuşma programlarını sevin diyorum ben de... 

Sevgilerimle... (: