7 Ekim 2014 Salı

Öğrendim; Karşılıksız Aşk Dedikleri...


Bazen aşık olursun, sonunu düşünmeden. Sonra sonunda sevilmediğini görürsün... Bazen de karşılık bulursun. Karşılık bulunca yapılması gerekenler daha kolay, orta yol bulunuyor elbet aşkınızda… Ya karşılık yoksa sevdiğinden? İşte o zaman bir sürü yol hakkına sahip oluyor kalbin. Ve unutma yapılacaklar konusunda yalnız ve tek başınasın esasında. Karşılıksız Aşk dediklerinin gidişatında değişiyor sonuçlar, öğrendiğim kadarıyla...

Mutlak birileri geçip karşına sana şöyle diyecekler mesela; "Boşver…" Bazıları da şöyle diyecek, "Seviyorsan peşini bırakma…" Karar sana ait, kimsenin fikrini düşleme bile aklında. Hep derim; pişmanlığın da mutluluğun da böyle konularda hep kendi fikirlerinden dolayı olsun. Ama eğer annen ve baban bir söz hakkı alacak olursa, onları dinlemeyi ihmal etme…


Karşılıksız aşk, birden çok yola ayrılır;
Peşinden koşmak ve Seni sevmesi için diretmek,
O sevmese de sevmeye devam etmek,
Ve kalbine karşı çıkıp onu sevdiğin duygusundan çekip gitmek.

Ben hep ikinci veya üçüncü şıklar arasında gidip gelirken, birinci şıkkı da göz önünde bulundurmayı seçtim. Ama birinci şıkka odaklanmış olsam bile, hep ikinci ve üçüncü şıktan başkasını düşünmüyormuş gibi davrandım…  Zamanla anladım ki, sevmeyince sevmiyor insan. Mantık yok bu işin içinde. Duyguların karşılık bulmuyorsa zorlamayacaksın. Üzülen hep sen oluyorsun çünkü.


Sevmeyi ihmal etme, hanımefendi veya beyfendi… Üzüldüğün günler, büyüdüğünü anladığında kaybettiğin anlar gibi gelmeye başlayacak sana. Üzüldüğün günlere üzülmekle geçecek günlerin. Ve şunu unutma; hayatta birçok şeyi seveceksin. Tek birine aşık oluyor ve kendini kaybetmiyorsan yine de, ne mutlu sana. Ama aşık olduğun kişinin, hayatının tek aşkı sanıyorsan bence yanılıyorsun. Sevsen de seni yıpratanın peşinde koşma. Ve kimsenin sevgisini de asla boşa ümit vererek yıpratma…


Zamanla tüm bu dediklerim anlaşılıyor zaten, sevdikçe ve deneyimledikçe… Üzüldükçe ve karşılık bulamadıkça olgunlaştığın zaman; ve aşkın sadece senin sevgin ile değil, karşındakinin de sevmesi ile sağlıklı şekilde büyümesi gerektiğini. “Aşk sen’den ibaret değil, biz’den ibaret olmalı” diyeceksin, yaşıtların birer birer evlenmeye başladıkça. Ve birinin kalbini kırdığında kendi kalbinin taşlaşacağını, sevmen gereken kişinin ise en çok kendin olman gerektiğini anlayacaksın. Ve hayat, işte o zaman başlayacak… (Önceden bana söylerlerdi, şimdi ben söylüyorum.)


Not; Didem'in Gözünden ara sıra da olsa devam etmeli diye düşünüyorum. Belki bu zamana kadar yine düzenli yazamadım ama yazmaya çabalayacağım yeniden. Ve diyeceğim diğer şey, karşılıksız aşk'a dair anladığım ve sonunda öğrendiğim şeyler bunlar. Öğrenebildiğime sevindiğim ve olgunlaştığımı düşündüğüm bir konu. Umuyorum ki söylediklerime hak veren kişiler ve bunları aklına yer edinenler vardır. Öyleyse ne mutlu bana...

Not 2; Bayramdan sonra buradan da yazılarımla sizlerle olmaya çalışacağım. Şimdi bayram için Geliboludayız. Dönünce buraya da döneceğim kısmetse. :)

Sevgilerimle... :)

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Kadınlar Ve Futbol Maçı Meselesi


Biliyorsunuz ki; Geçen hafta Dünya Kupası bitti. Aslında bu yazım Dünya Kupası başladığında yayınlamayı düşündüğüm bir yazıydı ama kısmet işte... :) 1 hafta kadar oluyor sanırım kupa biteli. Benim ise hep aklımda olan bir sorun bu. Dile getirmeye buradan başlamış olacağım, kendi gözümden bu konuyu... İyi okumalar...


Bir kadın atasözü derki; 

Yılın her vakti maç mı olurmuş? Liglerin biri başlıyor biri bitiyor. Hayır 1 topun peşinde 22 adam, çok saçma. :D (Tamam son cümle bana da saçma geliyor)

Ama doğruya doğru konuşalım; her sporu herkesin sevmediği gibi, futbolu da her kadın sevmek durumunda değil beyler. Lütfen bir de bizden dinleyin, kadınlar futboldan anlamıyor demeden önce... :) Buyrun buyrun... :) 




Öncelikle dediğim gibi; her erkeğin futbol'u sevmediği gibi, her kadın'ın da futbol maçlarının tutkunu olmadığı bir gerçek. Ancak bazı erkekler bunu kabullenmek istemiyor sanırım. Kimine göre, kendi sevdikleri nasıl sevilemez anlaşılamıyor çünkü. Anlıyorum da tabii, anlamıyor değilim bu bilinci... :)

Futboldan anlamıyor değiliz bir kere, bu konuda anlaşalım. Tabii, anlayanlarımız olduğu kadar, anlamayanlarımız da var... Ama bazılarımızın kafa yormadığı bir gerçek. Çünkü bir süre sonra sıkıntıdan patlıyoruz. Sebebine gelince, çoğu kadının sevmediği küfür ve sinirli haller durumundan ötürü elbette.

Futbolu hayatın tüm anlamı ve bir ölüm kalım durumuna sebep haline getirenler de olduğu için, belki de çokça da korkuyoruz. Ben açıkçası korkuyorum. Bir futbol izleyip keyfini yaşadıktan sonra; bilmem kaç yaşındaki genç, yenilen takımın taraftarları tarafından öldürüldü haberleri hoşuma gitmiyor. Futbola kanım kaynamıyor...

Bu demek değildir ki, herkes böyle. Sadece demek istediğim, futbolun yanımdakinden ve karşımdakinden fazla bir önemi yok benim için. Biriyle tatlı atışma harici, futbol konusunda tartışmayı sevmiyorum. Sonuçta bir spor diyerek eğlenmesini bildiğimi düşünüyorum. Bunu bir spor olarak göremeyen tüm şiddet yanlıları sebebiyle soğuyoruz bizler... Oysa bağdaştırılamasa da, başka sporlarda var ülkemizde ve dünyamızda; bizi temsil eden ve oynadığı sporun hakkını veren... (Ve bu konuda bazı erkeklerin bana hak verdiğini bile biliyorum)


Kendi açımdan ve benim gibi benzer durumda olan bir dostumun açısından aynı olayı anlatmaya çalışacağım; Fikirlerimiz aynı... 

Takip ettiğimiz birkaç futbol takımı veya futbolcu var elbet bizlerin de. Ben mesela, babamın takip ettiği maçlara bakıyorum bazen. Babamla maç izlemeyi çok seviyorum. Çünkü kızmalarımız veya sevinmelerimiz bile tatlı yollu, "O oraya atılır mı, tüh ya, vay be!" gibisinden... Yani hiç izlemez değiliz çoğumuz. Babamızla, sevdiğimiz bir arkadaşımızla veya bir abimizle böyle şeylerin sohbetini şaka yollu yapmayı seviyoruz. Bir futbol maçındakileri incelemeyi seviyoruz...

Ama tüm liglerin ve tüm oyuncuların yakından takipçisi değiliz, tüm kadınlar olarak. Bu işin sizin tarafından ciddiye alındığını biliyoruz. Ama bazılarınızın oyuncuların nereli olduğuna hangi senede kaç gol attığına kadar, bize ısrarla ezberletme çabasında olmasını anlamıyoruz.

Şu açıdan da anlıyorum, "futbol bilen bir kız olsak ya hepimiz?" değil mi? Peki dünya çekilir miydi erkekler ve kadınlar tamamen bir olsa... Mesela siz de hepiniz, hayatın içinden konuşan ve romantikliğe de önem veren birileri olsanız biraz? Mesela düğünde giyeceğiniz damatlık için çıldırsanız, ya da evinizin duvarları ne renk olsa diye düşünseniz, çeyiz dizseniz falan... Olmaz işte, bırakın biz de aykırı kalalım sizden biraz... :)



Durumu toparlarsak; 

* Futbolu yakından takip etmeyen bir kadın üzerinden, futbolcu isimleri ve taktikleriyle sık boğaz etmek; İTİCİ...

* Ofsayt'ı, Faul'ü, Korner'i belki tam oldukları zamanda yorumlayamıyoruz, kabul. Ama neyin ne demek olduğunu da biliyoruz. Bilmediğimiz ve anlamadığımız tek şey; "Şu futbol sporunun neden biz kadınlar tarafından da sizin kadar ilgimizi çekmediğinde "salak veya siz ne anlarsınız" konumuna düştüğümüz?" Sonuç; yine İTİCİ...

* "Ofsayt Nedir?" diye soran bir kızın yanından kaçacaksın abi, hayatta anlatamazsın ve anlayamazlar?" diye kadınlar üzerinden komedi tezgahı kurmak; ÇOK İTİCİ... Oysa gerçekten anlatabilmiş olsaydınız, cidden anlardım. (Ben Ofsayt terimini, bir televizyon dizisi sayesinde öğrendiğimi söyleyeyim de ayrıca, dileyene de anlatabilirim. :) )

* Mesela bir ortamda futbolla ilgilenmeyen bir kadının olduğunu bile bile, futbolu ayrıntılarıyla sohbet konusu etmek; hoş bir şey değil, bir saygısızlıktır bence. "Bazı kişiler aynı ortamda bulunduğu kişiyi, böylesine görmezden gelmeyi neden düşünür acaba?" diye sorgularım ben ister istemez. Sohbet edilsin, ancak bir tek kişiyi dışlayarak değil. Yapıcı olarak konuşmak gerekirse, konuşmak istemediğim ve konuşacak pek bir bilgim ve de ilgim olmayan yabancı ligler hakkında konuşmaya zorlanmak da hoşuma gitmiyor! Sonuç yine İTİCİ...

* Her ortamda birbirini küçümsemek hoş bir durum değildir. Bir ortamda sırf futbol sebebiyle, bir kadının veya bir erkeğin küçümseniyor olması da, İTİCİ bir durum...


Kısacası futbolla ilgilenmeyen birine uzaylı gibi davranmak, zorlamak veya küçümsemek hoşuma gitmeyen yegane durumlardan biri. Saygı duyuyorum futbolu hayatında her şekilde tutana, futbolu bende seviyorum. Ama aşırısının da aşırısında hiçbir koşulda bilgili olmadığım veya konuşmak ve tartışmak istemediğim bir konuda zorlanmak hoşuma gitmiyor.

Erkeklere buradan duyuru olsun; Biz tüm kadınlar futbol maçına bayılmıyoruz, sizin de tümünüzün futbol sporuna bayılmadığı gibi. Bir kısmımız boks maçlarına hayranlık duymadığımız gibi, futbolcuların kaç gol attıklarını, hangisinin iyi veya kötü olduğunu aklımızda tutma gereği de duymuyoruz... Bu akılsızlık veya zevksizlik anlamına gelmesin lütfen... :)


Fikrimce söylüyorum ki; futbol sevmeyen kadın, yaşamayan kadın demek değildir.


Kısacası, şiddet yanlılığı sebebiyetini de katarsak işin içine; futbolu sevmeyen biz değil, sevdiremeyen sizsiniz. Kimi ölüm kalım meselesi haline getirir, kimi de hayatının güzel bir anı olarak saklar bir maç anını. Benim babam sakin izler mesela maçları ve hep hayran kalmışımdır, sevmişimdir onunla maç izlemelerimizi. Heyecanı eğlencelidir, kaba değildir ve en sinirli anı bile "ah-vah" ile geçer biter... Hayat bitirici olmayan bir taraftar görmeyi istediğimdendir, koyu taraftar olarak izlememem futbolu...

Ve eklemeden edemeyeceğim; bir zaman David Beckham'a duyduğumuz ilgiyi şimdi Christiana Ronaldo'ya duyuyoruz biz kadınlar. :) Bu kötü müdür bilmem, ama bizde onların maçlarını seyretmeyi seviyoruz. Çünkü her ikisi de maça çıkıyor olsalar dahi bakımlılar. Alex de öyleydi, Emre Belezoğlu da... Sanırım kadınların bakış açısı da bu; her yerde kendine ve çevresindekilere saygı duyan ve bakım yapan kişilere, net olarak sempati duyuyoruz. Çünkü toplum içine çıkarken toparlanmak bir saygı göstergesidir... :)


Futbol güzel bir spor, onu çirkinleştiren bence onu tutku haline getireceğim derken birbirlerinin hayatını karartanlar. Ve de başkalarıyla tartışarak, sempati duyulacak bir durum ortada bırakmayanlar...


Not; Sözüm meclisten dışarı. Ama üstüne alınan alınabilir bu konuyu. Yorumlarınızla da şenlendirirsiniz inşallah bloğumu. İçimde her maç ertesi, dalgalanan tüm şeyleri yazmak istedim bugün. Yazmazsam eksik kalacaktı burası, Didem'in Gözünden bloğu... İçimde dinmeyen bir yaraydı bu, erkeklerin kadınlara söz konusu futbol olunca kırıcı olmaya başlayan davranışları... :) 

Sevgiler...

Dipnot; Uzun bir yazı olduğunu farkettim, aralara karikatürler koymayı uygun gördüm. Umarım beğenir ve düşüncelerimi dikkate alırsınız diyorum. Veya düşüncelerimi yadırgamazsınız... Sürç-i lisan ettiysem affola... :)


16 Temmuz 2014 Çarşamba

Yazamayalı Çok Olmuş...


27 Mayıs'tan beri yazamayalı çok olmuş, kendimden utandım doğrusu. 3 yazı yazıp sonra bir daha yazamamak nedir?


Açık konuşmak gerekirse; kendi iç dünyama bakınca bazen, kayıp hissediyorum kendimi. Bu ne demek diye soracaksınız biliyorum... Bu kayıp üzücü bir kayıp değil, isteklerime yönelememin yorgunluğu. Büyük bir hayale hala hatrı sayılır bir el atamamış olmamın yorgunluğu... Bende size şöyle sormak istiyorum, bir insan çok yapmak istediği şeyi neden gerçekleştirmekte zorlanır? Bu durgunluk ve tutkunluk arasında gidip gelen dengesizlikten yorulmuş olmam normal değil midir?

İster istemez 2-3 gündür yine düşünüyorum ve bir türlü anlayamıyorum; yanıp tutuştuğum ve gerçekleştirmeye çabalasam da yeniden yol alamaz olduğum bu durumda izlemem gereken gidişat nedir?

Çabalıyorum, bu gidişat üzerinde yazıyorum. İlerleyemediğim doğrultuyu yazmaya başladım bugün, karmaşıklığımı ve hassaslığımı. Yeniden ve başka şekilde... İnsan bu durumlarda kaldığı vakit durup düşünüyor; Acaba nerede yanlış yapıyorum?

Ama sanırım beyni yormamak lazım, olmuyorsa bile terapini kendi kendine yazmaya devam ederek bulabilirsin diye düşünüyorum. En azından kendim için böyle düşünüyorum... Beni takip eden varsa, açık olarak bahsetmediğim şu yazıdan ne konuda yol alamadığımı anlamıştır. Bu beni yordu, biraz dinlenmem gerek dedim. İşaretleri beklemeye devam etmem gerek...


Buralardayım, bahsettiğim konu buraya yazdıklarımdan apayrı. Yazmaya ara verdiğim falan yok yani. İçimdeki dünyamla yüzleşmeye devam ediyorum sadece ama buraya da yazmaya başlayarak...

Ben Antalya'dayım, diğer bloğumdan bildiğiniz gibi. Diğer bloğum burada... Buraya, kendimi geliştirmek ve dünyaya baktığım gözle hayata dair yazmak için bu bloğu açıp yazmaya başlamıştım. Burada hayata dair bir ben var... Diğer bloğumda ise, benden ve hayattan herşey.

Bu bir Merhaba yazısı olsun istedim yeniden. Hayata dair makale tarzında fikirlerimi yazmaya yeniden başlayacağım bugün. Ben Tatildeyim ve biraz karmaşık düşünceler içerisindeyim. Çok sık dinliyorum kendimi sanırım bazen... Peki, sizlerde ne var ne yok? Umarım yorum yazarsınız...

Sevgiler, Didem KÖSE


27 Mayıs 2014 Salı

Yapabilirim Diyorum... (Hayaller ve Dersler)



Bazen insan, umudunu kaybeder gibi oluyor kendine karşı. Şükür olmadım öyle uzun zamandır. Ancak gün geliyor benim de aklımla savaşa girdiğim zamanlar oluyor bu aralar. Geçişlerde, yoğunlukta, kısıtlanmış ders çalışma zorunluluğum altında geçen dönemlerimde... Sevmiyorum engellenmeyi, özgür kılınamamayı...

Bazen akıl esir alıyor bizleri çünkü. Aklın sinir bozucu davrandığı zamanlar geliyor çatıyor. Ders çalışmak zorunda veya başka bir şeye odaklanmak zorunda iken, ilham gelip kafanızı çeliyor. İlham gelen tarafa dönseniz bile boş, asıl yapmanız gereken işe odaklanmanız gerek. Ben böyle zamanlarda nasıl savaşılacağını biraz da olsun buldum sanırım; Zor da olsa, dişimi sıkmak zorundayım...


Bu hafta ile beraber 2 hafta kaldı sınavlarıma. Yazarak çalışmalarımı bitirdim bitirmesine de, birkaç ünite ve dersleri pekiştirme durumları var önümde. Bu haftadan sonrasında daha da rahatım inşallah. Böyle zamanlarda yapamadıklarıma daha çok yanıyorum ve dertleniyorum ne yazık ki. Bu durum feci sinir bozucu tabii ki... İnsanın kendi ile çelişkiye düşmesi fena. Böyle zamanlarda şeytan diyor; "Bırak sorumluluklarını istediğini yap..."


İstediğim ne mi peki?

-Mesela, şu hayalini kurduğum kitabımı veya kitaplarımdan birini yazıp bitirmek. Ve sessiz sakin bir yerde arkama yaslanıp, kendi kitabımı okuma zevkine erişmek. (Ancak nerede... Bugünlerde derslere odaklanmış durumda; "Finallerim de iyi gelsin de, 1. dönemdeki şartlıları da atlatmış olayım, bu dönemdeki derslerimi de. Amin." derdindeyim. :) Yapabilir miyim? -Elbetteki yapabilirim... :)

İşte bu durumun 2 haftamı daha alacak olması, kitabım hayalini bir kez daha ertelemeye uğratıyor. Oysa ben, hayallerimin peşinde koşmak için delicesine heyecanlıyım. Ve derslerim peşinde iken, ne aklımı o yöne verebiliyordum bir süredir, ne de derslere. Ders çalışırken, aklıma yazmayı düşündüğüm herşeye bir giriş cümlesi geliyor. Ya da tam o yana dönmüş o giriş cümlesinden başlamış devam edecekken de yarım bıraktığım derslerim aklıma geliyor...

İkilemde bırakmaya devam ediyor aklım böyle çoğu zaman. Okulumu bırakmayı istemiyorum elbette ki, ama bir türlü dersle beraber de devam ettiremiyorum hayallerimin peşinde koşma eylemimi... Ve nereden bakarsam bakayım her iki durum da, hayallerime doğru bir yol çiziyor. Derslerime çalışmaz isem, ileride Sosyoloji alanında gerçekleştirmeyi umduğum hayalime ulaşamam. Bu açıdan okulu bırakmayı düşünmüyorum... Peki ya erteledikçe canımın sıkılma durumu, yaza ertelediğim ve erteleyip de şimdi inadına gelen birkaç ilhamı kovduğum ve ertelediğim gerçeği? Bir yandan notlar alıp bir yandan da derslere odaklanmaya çalışıyor oluşum sürüyor 1-2 haftadır da... Peki bu durum, beni her iki açıdan da başarılı kılabilecek mi?

Velhasıl bir sürü soru ile, aklım karışık halde günlerimi geçiriyorum. Birkaç hafta öncesinde umutsuzdum biraz. Ancak gerek iç sıkıntısı gerekse kendime verdiğim telkinlerle başarabildim diyebilirim. Ama o sıkıntıyla dersleri nasıl kolayladım bir ben bilirim... :) Şimdi hem bu dönemi başarılı final sonuçlarıyla geçirerek, kalan son 2 senemi daha rahat bitirebilirim diyorum; hem de kitap yazma hayalim adına şimdilik aklıma gelenleri not almalarım çerçevesinde gerisini yaza erteleyerek derslerin yoğunluğuna kapılmış gidiyorum... :)


Şu an; Yapabilirim diyorum ya, işte bu en güzeli. Kendime güven duymamamı, kabul edemiyor ve hazmedemiyorum çünkü...

Kısacası, yapabiliriz. Çözüm bulmaya, olumsuzluğa gitmemeye çalıştıkça hayallerimizin peşinden koşma gayretini olumlu sonuçlara ulaştırabiliriz. Ben kendime inanıyorum, Allahım bu inancı kaybettirmesin. Ve Allahım cümlemizi hayallerinin peşinde, hayırlısıyla da hayallerinin gerçekleşmesiyle mutlu kılsın dilerim... :)

Bu da böyle yazı oldu işte. Bir süredir yoktum, bu bloğu açtığımdan beri ülkemde kötü olaylarla dolu günler geçirmekteyiz... Allahım ülkeme ve insanlığa güzel günler nasip etsin inşallah... Temennim, ülkemin güzel günlere gitmesinden yana...

Yarınlar, dünlerden çok daha güzel olacak... :)

Sevgilerimle...

Not; Bilmeyenler için, Aöf İkinci Üniversite Sosyoloji öğrencisiyim 2 senedir. İlk Üniversitemi Balıkesir Üniversitesi'nde lisedeki bölümüm olan Dış Ticaret ile okudum, 2 senelik. Sevdiğim bir bölümdü yine. Ancak Psikoloji ve Sosyoloji bölümlerinden birini hep okumak istemiştim. O yüzden, Lisans Tamamlama ile kendi bölümümü tamamlamayı değil de, okumayı istediğim diğer bölümü tercih ettim... :)

9 Mayıs 2014 Cuma

Kapasite Meselesi Bazı Şeyler


İlk Merhaba'mdan sonra, ne zamandır konu edinmek istediğim bir yazıyla başlayabiliriz dedim. Bu yazımda bazı Kapasite Meselesi olarak gördüğüm iş konusundan bahsedeceğim... :)


Kim bilmiyor ki aslında; herkesin aynı mesleği aynı başarı oranında yapamayacağını? Kim bilmiyor, bir el becerisine veya herhangi bir şeye aynı ilgiyi ve alakayı iki ayrı kişinin gösteremeyeceğini. Ama bazen üzgünüm ki bunu görmezden geliyor birileri...

Son zamanlarda, internetin iyice yaygınlaşması ile bir furya ortaya çıktı. Kişisel Satış Danışmanlığı... Herkes kendi işini kuruyor bir bakıma. Güzel ve başarı amaçlı bir iş kesinlikle. Ama bir de şu var ki; herkes bu furya altında şöyle bağırıyor; "Sizde yaparsınız, yapmıyorsanız belli ki yeterince çabalamıyorsunuzdur." Yok kardeşim, birşeyi başaramıyorsam bilin ki herşey başarısızlıktan değil, kapasitemin de olmadığından olabilir. Ama görünen o ki; biri birşeyi yapamıyorsa, ya istemiyordur, ya da uğraşmıyordur. Yani illa herkes o başarıyı kazanır!

Değil efendim, valla değil. Herkes her işte başarılı olacak diye bir kaide yok, hiçbir yerde...


Olayın kendisi şu aslında, bu cümlelerin geliş sebebi yani; 2 senedir, 2 kez satış danışmanlığı işine girdim. İkisinde de, sözde herkesin başarabileceği, başarımı gösteremedim. Ama şöyle sözlerle karşılaştım; "İstersen yaparsın." Bunu bende biliyorum, istersem yaparım evet. Ama kimsenin aklına şu durum gelmiyor; "Belki de benim satışa kapasitem yok." Ve ben kesinlikle buna inanıyorum ki, benim satış yapabilme kabiliyetim büyük derecede yok... Ben sattığım ürünün parasını isterken bile utanırken, sürekli istemiyormuşum gibi görünmekten rahatsızım!

Kim başarılı olmak istemez ki sorarım size? Ama durum şu ki; Evet girişken bir yapım da olsa, iletişimim de kuvvetli olsa; karşılıklı para alma ve para isteme durumlarında o kadar da iyi olmadığımı gördüm bu 2 senede.. Satış işini yapabileceksem, bir şirketin satış belgeleriyle ilgilenen veya görüşmelerini yapan biri olabilirim belki. Ama tamamen muhasebesi ile ilegilenmek, satış için ikna ettikten sonra parayı isteme aşamasına gelmek beni tedirgin ediyor. Sanki garip bir şey yapıyormuşum gibi geliyor. Bunu yarı yarıya bırakmışken söylüyorum Oriflame işini. İkna kabiliyetimin olduğunu bilsem de, pek fazla kendime kişi de katamadım Oriflame Satış Danışmanı olarak. Yükselemedim yani...

Durum ne mi oldu? Şimdi satış işi ile uğraşmıyorum. Satış yapabildiğim yok bir süredir, kimlerle konuştuysam benim grubuma katılmak isteyen olmadı bu zamana kadar. "Belki dışarıda olsam aktif olsam daha iyi yaparım diyorum," Ama hep "Sen istersen oturarak da yapabilirsin" diyorlar. Buna bende inandım efendim. Yapanlar da var, saygı duyuyorum elbet. Ama anlaşılmasını istiyorum ki, bu durum biraz Kapasite Meselesi...

Düşünün mesela; her insan aynı meslekte başarılı olabilse, bu kadar çok çeşitte meslekler olabilir miydi? Ya da herkes her meslekte başarılı olabilseydi, tek meslekle bir ülke veya bir dünya dönebilir miydi???

Demek istediğim şu; "İste yaparsın." Stratejisini benimseyen biri olarak söylüyorum; karşınızdaki kişiye "yeterince istemiyorsun demek ki" demek, biraz ağır olmuyor mu? Şu 2 senede anladım ki, benim kendimde göremediğim bir kapasite eksikliğim var bu konuda. Satıcı olmak için kendimi geliştirmem gerek. Okulda yüzyüze satıcı olma kurallarına ilişkin birşeyler öğrenmedik. Müşteriyi ikna etme, ikili ilişkiler vs gibi bilgiler öğrendiysek de...

Velhasıl bazı şeyler kapasite meselesi; bunu kabullenmek lazım. Evet kendi grubuna birey eklemek isteyen birisini anlıyorum. Ama reddedildikten sonra da "ısrarla yapabilirsin, yaparsın, istersen olur, güven kendine" laflarının fazlasını, illa  ki o mesleğe yönlendirme çabası olarak görüyorum. Öyle ya, sizde aldırmayın benim gibi bir durumla karşı karşıyaysanız...

Açık açık söylüyorum; ben kendimde yüzyüze birilerine birşeyler satmak için uğraşan "illa al, bak şuna bak buna, sonra da paramı ver" diyebilen bir tip değilim. Müşteri talep ederken tamam, ancak tam tersinde pek bir çekingenim. Ne yaparsınız; Kapasite Meselesi... :))

Not: Bastıra bastıra söylediğim için üzgünüm. Bazılarına aldırış etmiyorum gibi görülse de, kendimi uygun görmediğim ve hazır bulmadığım bir işte çalışabilmek, benim için çok zor olduğu için ısrarla uygun olmadığımı söylüyorum.... Mutlu olamadıktan sonra çalıştığınız işte, çalışmak neye yarar ki değil mi...? :))

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Merhabalar


İlk Merhaba'm bu yeni bloğumda. İlk blog deneyimim değil ama, ilk yazım bu bloğumda... Yeni olaylar, yeni başlangıçlar hep heyecanlandırmıştır beni. Yine çok heyecanlıyım... Bu bloğumla, benim gözümden bakmaya ne dersiniz hayata? :)


1 ay düşündükten sonra, 2 gün önce bu bloğu açtım nihayet. Diğer bloğum Yıllar Geçerken'i bırakmadım, bırakmayı da düşünmüyorum. İlk göz ağrım bloğum burada... Bu blogta ise; hayata ve yaşama dair herşeyi benim gözümden görebilirsiniz... :)

Yazmayı söktüğümden beri hayatımın odak noktalarından biri oldu yazmak. Ve yazabilmem gözlemlememle birlikte gelişti çoğunlukla. Tamamen diyemem ama belki de biraz engel durumumdan ötürü, çok sık gözlem yapma şansına sahibim, herkesten daha çok...

Ben oturuyorum diye değil ama, ben gözlemliyorum diye bakmanızı istiyorum sizden. Beraber ayağa kalkmak için; gerek otururken, gerekte ayakta iken gözlemlediğim tüm insan ilişkileri ve tüm yaşamsal fikirlerimi burada da konu edineceğim. Bir fark var elbet diğer bloğumdan; burası daha çok gözlemlerim olacak, diğer bloğumda bana ve yine hayata dair herşey. Evet benim için ayırmak bir süre biraz zor olacak... :)

Gerek kendimi okuduğum bölümde (AÖF İkinci Üniversite Sosyoloji) geliştirmek, gerekse hep çok sevdiğim edebiyat üzerine daha yoğunlaşabilmek için... Kısacası, işte buradayım diyorum size. Umarım hep kaynaşırız birlikte. Sevgilerimle... :)