28 Ekim 2016 Cuma
O Kadar...
2 hafta önce yazdığım ama taslaklarda öylece durup bekleyen bir yazım bu, 13.10.2016'dan beri yayınlayıp yayınlamamakta kararsızdım. Ama şimdi tam da bugün, "neden kararsızım ki, bu yazıdaki her sözün tamamen arkasındayım. Ben bu durumlardan epey de huzursuzum, yayınlamalıyım." dedim ve sizlere bu yazımı gururla sunabiliyorum. O kadar basit şeylerden kırıyoruz ki birbirimizi, bu ölümlü bu fani dünyada...
Dilerim bu yazıdan sonra birileri kendisindeki ve çevresindeki bu hataları görür ve dur der bu gidişata. Zira yoksa benim gibi çok üzülen olacak bu dünyada. Ama takmamak gerek de aynı zamanda biliyorum; bu dünyada en mutsuz insan, başkalarının ne düşündüğünü takıntı haline getirenlerdir. Takıntı haline getirmedim, ama bunu kendime bir ders bildim... Ben bana yapılmasını istemediğim hiçbir şeyi karşımdakine yapmamaya çalışıyorum mesela... Sevgilerimle. :)
O kadar basit şeyleri dert ediyoruz ki, bir süredir gözüme takılıyor ister istemez. İki konu bu dediklerim; Din ve Siyaset...
Devleti yöneten ve bize hizmet edenlerin kavgaları bizim de kavgalarımız oluveriyor nedense. Ve din konusunda da, birbirine "dinin nedir, dini vecibelerini yerine getiriyor musun?" diye soran kişiler o kadar çok ki. Tanrı'nın kuluna soracağı soruları, kulun kula sorduğu günler daha da çoğalıyor...
Belki de size de açık açık sorulmasa da laflar açılıyordur, "Kitabımızı okumuşsundur, ya da ya ama belki de oruçsundur?" gibisinden ağız ararcasına soranlar da oluyordur. Bir de bu sorularda siyaset dalında "Ülkemiz de iyiye gidiyor, çok şükür başımızda Allah korkusu olanlar var." gibi ağız aramalar... İlk dediğim gibi açık açık değilse de, üstü kapalı sorduklarını zannederek beni sorguya çeken çok oluyor bazen. Yakın çevremde böyle birileri yok, -yakın çevreme girmesine izin vermiyorum ama elbet hayatımızın bir noktasında oluyorlar!- ama gün içerisinde gittiğimiz birçok yerde, tanıdık tanımadık-uzak insanlar bile direk bu bağlantıyı nasıl kurabiliyor hayret ediyorum...
Bana yanlış geliyor ve burada belirtmeyi uygun gördüm. Hepimizin büyük derdine tercüman olmak istiyorum, çünkü çoğunlukla böyle geçen günlerden sonra eve geldiğimde kendimi yorgun hissetmiş halde buluyorum. Neden ben veya biz, birilerine kendimizin sorumlu olacağı konularda açıklama yapmak zorunda kalıyoruz? Benim annem babam bile, kızım duanı okuyor musun, kitabımızı okuyor musun, namazını kıldın mı veyahut oruç tutuyor musun? diye soramazken, yedi kat yabancı bunu nasıl sorup da bir de beni yargılayabiliyor.
Çoğu karşısında Allah korkusu olan kişinin olmasını diliyor kendince ve kim ne yapıyor bilmek istiyor. Peki sorgularken, kendisinde Allah korkusunu barındırıyor mu? Karşımdakini tedirgin ediyor muyum, korkutuyor ya da üzüyor muyum diye düşünüyor mu?
Bulunduğum ortamda din ve siyaset konuları açıldığı zaman geriliyorum ülkemde. Zira her nereye gidersem gideyim, bu konularda farklı fikirler çekilmiyor ve mutlaka bir kargaşa çıkıyor. Öfkemiz kime diye soruyorum. Beni yargılayan kimler? "Allah kılığına bürünmüş bu insanlar" ne yapıyorlar bizlere? diyorum kendi kendime... Ve takılıyorum, herkes benim için "Kendisi gibi düşünmediğim" için takılırken, ben bana karşı takındıkları rahatsız edici tavır ve davranışlarına takılıyor ve karşımdakinden uzaklaşıyorum..
Oysa diyeceğim tek şey yıkıp geçebiliyor bu üstteki dediklerimi, ölüm... Ölümlü hayat, kimseyi yargılama, kimseyi sorgulama, kimseyi kırma. Din senin kalbindedir, senden ötedir. Din benim için böyledir... Siyasete gelince, siyaset kimsenin tekelinde değildir. Benim düşüncem senin düşüncen farklıdır. Ama benim için sevdiğimden değerli değildir. Senden de bunu görmek isterim. Zira siyaset dediğin bizlik değil, devletin başındakilere göre. Ama gel gör ki, beni yöneteni de ben seçebilme hakkına sahipsem düşüncemi dile getirebilme hakkımla da değişik şeyler düşünebilirim.
Kısacası; Ben sana saygı duyayım sende bana, ama lütfen beni kendim için yaptığım veya yapmadığım şeylerle yargılama. Birbirimizin yaşam hakkına dokunmadıkça, kalbimdekilere karışma!
Sevgilerimle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)